Yok Olma Çağı
Amerikalı yazar Willie Johnson tarafından yazılan oyun, New York’ta doğup büyüyen Grundrisse’in hikayesini anlatmaktadır. Uzun süredir uyuyamayan Grundy, hayalleri ve gerçekleri arasında gidip gelirken annesinin ölümü ile zor bir karar vermek zorunda kalır: ya annesinden kalan eski kitapçıyı emlakçılara satıp şehirden kaçacak ya da kitapçının başına geçip mahalle ekosisteminin zenginliğini koruması için uğraşacaktır.
Annesinden miras kalan kitapçı ve onu şehir hayatından uzaklaşmaya ikna etmeye çalışan sevgilisi Maggie arasında gidip gelen Grundy’nin yaşadıkları; kentsel dönüşüm, bu dönüşümün ekosistemde yarattığı dengesizlik ve ‘Y-kuşağının’ arada kalmışlığı temaları üzerinden aktarılıyor.
Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur
Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur, dürüst ve cesur bir büyüme ve kendini bulma hikâyesi. Bu eğlenceli anlatıda Pınar Göktaş, aşk filmlerindeki ‘mükemmel uyum’ fikriyle büyülenen ve ‘’hayatının aşkını’’ bulmaya karar veren bir kız çocuğunun aşkı arayışını, cinselliği keşfedişini, kendi çocukluğu ve gençliği boyunca yaşadığı romantik ilişkiler üzerinden; kişisel hikâyesini zaman zaman kurmaca ile
destekleyerek anlatıyor.
Doksanlı yılların sonu ve iki binli yılların başına yayılan hikâye, seyirciyi dönemin romantik filmleri, vintage objeleri ve pop starı Tarkan’ın hit şarkıları arasında dolaştırıyor. Oyun, aynı zamanda Tarkan’a yazılmış güzel bir teşekkür mektubu.
Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur, Şule Ateş’in, hikâye anlatıcılığı geleneğimizi güncellemeye yönelik yürüttüğü araştırmanın bir sonucu… Yönetmen Şule Ateş ve Oyuncu Pınar Göktaş’ın ortak bir yaratıyla, prova sürecinde birlikte geliştirdiği performans, aşk, ilişkiler ve toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili kabullerimizi sorguluyor ve bunu bolca kahkaha eşliğinde yapıyor.
Çalgıcı Gülali Masalı
“Bilmem ne” krallığının örnek birer lider olarak yetişen genç prensi ve prensesi bir gün kara bir duman tarafından kaçırılır. Kralla kraliçe ne yaparlarsa yapsınlar çocuklarını bulamazlar. Ülke bir açmazın içine sürüklenir. Karmaşanın ve kaosun ülkenin dört bir yanını sardığı günlerde saraydan yayılan bir haber bütün halka tekrar umut verir. Kraliçenin yeni bir oğlu olmuştur. Halk yeni prensleri şerefine kırk gün kırk gece düğün dernek kurar ve hep bir ağızdan haykırır: “Yaşasın geleceğin kralı!” Ama genç prensin yüreğinde başka şeyler yatmaktadır...
Çalgıcı Gülali tutkuları ve sorumlulukları arasında sıkışmış, güçlü olmayı sorgularken farklı bir büyümenin yolunu arayan bir çocuğun hikayesi... Gür Kahkahalı Kayıkçının da dediği gibi, “bir hikayemiz var, anlatmazsak öleceğiz”, buluşacağımız günü dört gözle bekliyoruz!
“Bu dünyada kim kral olmak istemez ki?”
*Oyun yetişkinlere yönelik hazırlanmış olmakla beraber 8 yaş ve üzeri herkes için uygundur.
Deniz Göktaş Stand-Up
Deniz Göktaş stand up gösterisiyle Bahçe Galata'da. Açılış Ali Fuat Ergüner'den.
DevamÖzge Özel Stand-Up
Özge Özel'in önüne çıkan tüm kavramları evire çevire içini boşalttığı ve bundan 1 gram pişmanlık duymadığı tek kişilik şovu.
DevamAma
Prömiyerini İstanbul Uluslararası Fringe Festivali'nde yapan "Ama" oyunu, altı kişilik yeni kadrosuyla tekrar sahnelerde.
Oyuncu Meltem bir televizyon dizisinde oynamak için deneme çekimine gider ve burada kendisini kameraya alan Zafer ile aralarında gerilimli ve erotik bir diyalog gerçekleşir. Oyun Meltem'in yer aldığı bir tiyatro gösterisinin kulisinde ve fuayesinde yaşanan sohbetlerle ilerler.
"Ama", İstanbul'da yaşayan sanatçıların profesyonel ve özel hayatlarının kesişimine odaklanıyor ve günümüzdeki cinsel kimlik tartışmalarının mizahi bir analizini yapıyor.
2021 yılının Kasım ayında Almanya'nın Dresden kentinde düzenlenen Fast Forward Avrupalı Genç Yönetmenler Tiyatro Festivali'nde yer alan "Ama" gücünü metninden ve oyunculuk performanslarından alıyor.
"Beni mutluyken seviyor. Ben yanında depresyona girebileceğim birini istiyorum."
Benim Burada Ne İşim Var?
Einstein ‘ön yargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zor’ der.
Taze baba komedyen Mustafa Sağır’a göre ise küçük kızını uyutmak her şeyden zor.
Beş yıldır çeşitli kültür sanat mekanlarında stand-up icra eden Mustafa Sağır, tek kişilik gösterisi Benim Burada Ne İşim Var? ile sezonda izleyiciyle buluşuyor.
Sen Balık Değilsin Ki
Suyun yolunu kesersin, kum çuvalları dizersin, beton örersin; ama ne yapar ne eder, bi yerden bi çatlak bulur, ve özgürce akmaya devam eder su. Yolculuğu her seferinde başka engellerle karşılaşacak, bulanacaktır elbetteki... Bu hep böyledir ve böyle olduğunu bile bile 'su cinayetleri' işlenir durmadan bu ülkede. Bu eser suyun yolculuğunu kendi yolculukları yapanların ve her türlü suyun sularında gezinenlerin hikayesidir.
Bavul açılır ve içinden dökülenler çatlaklarını elbette ki bulur.
Lesli Karavil Stand Up
Lesli Karavil, tam olarak 90 dakika size hayallerinizin ötesinde bir gece yaşatıyor.
Aklınızın alamayacağı bir enerji ve samimiyetle sizi kahkahalara davet ediyor. Teknoloji özürlü olmanın sancıları, yurt dışına kaçış planları, kadın olmanın zorlukları ve daha bir sürü hikayeyi en komik dille sizlerle paylaşıyor.
Altın Elma
Altın Elma “En Güzel Olana”
Sonsuz güzelliğin üç tanrıçası biraz yorulmuş ve yaşlanmış ama hala eski aşk hikayelerindeki mutluluğu aramaktan vazgeçmemişler. Bir akşam üzeri biz, fanilerle bir araya geldiklerinde bile, Afrodit, Athena ve Hera ortak yazgılarının biricik sorusunu sormadan duramıyor: En güzel olan kim? Bu üç tanrıçanın günümüzdeki hallerinden yola çıkan beden kuklaları, hikayeler, şarkılar ve bol mücadele dolu bir yarışma ile bize sıra dışı bir yolculuk vadediyor. Altın Elma, o elmayı kazananın bile sahip olamayacağı kadar eğlenceli bir dünyayı keşfetmek için yenilikçi bir tiyatro deneyimi.
Katie's Tales
Katie's Tales, bir kadın ve korkunç bir olaydan sonra onu bir gün geri dönme sözüyle terk eden sevgilisinin hikayesidir. İçinde kiraz ağaçları olan bir bahçenin hikayesi.
Katie'nin hayatı bekleyiş ve oluş vaktinde gelişir - yeni ve vahşi zamanlarda. Katie, birkaç yabancı hizmetçiyle birlikte korunaklı bahçesinde, hayatının ve tarihin sessiz tanıkları kiraz ağaçlarının gölgesinde yaşar. Katie her gün ziyaretçi kabul eder: Her an, gidenin geri dönüşünü getirebilir ve Katie kendini hazır tutmakta zorlanır. Katie bize hikayeleriyle arzuyu ve bekleyişi, sessizliğiyle ise dile getirilmeyenleri anlatır. Bekleyen kendisi bir yolculukta, canlı çerçevelerle yontulmuş yaşam yolunda dilsiz durur, bahçesinin merkezinde, hatıralarla dolu kiraz ağaçlarının gölgesinde- Tarihin önünde duran bir kadın. Karşısında kendi ışıkları ve kendi gölgeleri, geçmişle geleceğin kavşağında. Katie'nin somutlaştırdığı dile getirilmemiş arzu, bizi ait olduğumuz yer üzerinde düşünmeye; kendimizi, olayların sağır edici akışında ve arzuların karmaşık kasırgasında bilincimizin rolü hakkında sözsüz bir soruya açmaya davet ediyor.
*Gösterim dili İngilizce'dir.
Vittoria de Ferrari Sapetto in Paso Al Pubblico Dans Performansı
Bir kadın, bir hayvan
Bir müzisyen, bir bir hayvan terbiyecisi
Bir izleyici topluluğu, bir sirk
Seyircilerle sanatçılar arasındaki bariyerin neredeyse ortadan kalktığı bu sahneye ait açıklıkta, edimsel gayeyi topluluğun dansçıyla etkileşimi belirliyor. Oyun ve tehlike arasındaki ayrımı oluşturan ince çizgi, her bir rolün derin düşüncesini ve farkındalığını da beraberinde getiriyor; her eylem kendi tepkisini doğuruyor ve enerji yüklü bir döngüsellik yaratarak bütün unsurları gerekli kılıyor. Performans, izleyicilerin varlığının önemine vurgu yapıyor ve dansçının hareketlerinin güdülerine yeniden can veriyor. Bu, bir dizi, insan bedeninin sınırlarının ve gücünün zorlandığı, sahneye ait eylem üzerinden nükseden ve giderek güçlenen, cezbedici bir müzisyen-terbiyecinin eşlik ettiği temel bir dramatik konsept.
Bizi Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat
Bir doktor üç deliye “Gelin deliler biz beraber deliistanda sizinle bir deli dükkanı açalım!” demiş. Deliler deli dolu bar bar bağırmış deli doktora “Neden olmasın?!” diye, “Sen deli biz deli derman oluruz birbirimize. Bizi öldürmek isteyen hayat muhteşemdir hem de!”
Hastanemize hoşgeldiniz.
No Name Queen
Önce çok güçlü bir ışık yandı.
O ana kadar kendime hep sen özel bir çocuksun Bahar diyordum.
Sonra sisler dumanlar.
Bir insan yıllarca denediği halde olmuyorsa bırakmalı bence.
Pozumu aldım.
Bizim gibilerden ne olur gız.
Kasedi başlatabilirsiniz diye şöyle bir komut verdim.
Ya ben özel olduğunu düşünen bir gerizekalıysam.
3-2-1
Beyonce sahneye çıkıyor.
Tırnak İçinde Hizmetçiler
Günümüz dünyasında geçen özgün bir oyun olan "Tırnak İçinde Hizmetçiler” merkezine bir evdeki iki ‘’hizmetçi’’yi alır. Bu iki kadın kim olduklarını bilemeyecek hale geldikleri bir oyunu sürdürmeye devam ederken, kaçmak istedikleri kendileri ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Bu yüzleşmeye sebep veren belirsizliğin içinde tek sığınakları, tekinsizce oyun oynamaya devam etmektir...
DevamUyandığımda Sesim Yoktu
Bu oyun 2013 yılında Anne Sexton, Sharon Olds, Amy Gerstler ve Sylvia Plath’tin yazılarından ilham alınarak kadınların birbirleriyle nasıl bağdaştığını ele alan bir çalışma ortaya koymak için yazılmaya başlandı.
En derin ve en utanç verici düşüncelerimizi, mütemadiyen yaşadığımız zihinsel uyumsuzluğu, nesillerdir bize benimsetilen o içselleştirilmiş erkek bakış açısını ve erkek egemenlik zulmünü, bizzat idame ettirdiğimiz o ikiyüzlülüğü açığa çıkartmaya çalıştı.
Uyandığımda Sesim Yoktu kişisel bir yolculuğun belgesi. Üç yıllık çok yoğun bir sohbeti damıtarak 60 dakikalık bir tiyatro oyununa, hikaye anlatma gayesiyle bazı öykü düzenekleri ekleyerek aktarıldı. Uyandığımda Sesim Yoktu gün yüzüne çıkarmaya korktuğumuz ve aslında bizi özgür kılan çıplak, kırılgan ve saf gerçeklerden oluşmaktadır.
Amy Nostbakken ile Norah Sadava çağdaş feminizmin çelişkisini harikulade bir ifade ediş biçimi bulmuşlar, hem de bir kez bile akademik jargona ve hareket retoriğine başvurmadan. İçinde bulunduğumuz ikilem bu iki kadının keder, öfke ve hüsranla düğümlenmiş boğazında saklıdır. Seyirci cevapsız bırakılmış sorular eşliğinde salondan ayrılırken kulaklarında da oyunun son
cümlesi yankılanmaktadır: “Onca yol kat ettik, artık dönmeyiz geri...”
Uyandığımda Sesim Yoktu, açık bir şekilde baskı gören, örtülü bir baskının içinde kendini bulan, yaşadığı bir çok korku ve toplumun ona dayattıklarından dolayı kendini ifade edemeyen, sesleri kısılmış, hırpalanmış, hatta canice öldürülmüş kadınların hakları için yazılmış bir başkaldırı oyunudur. Kadına şiddeti ve kadının toplumdaki yerini, annesinin ölümünden sonra kendi hayatınında tıpkı ona benzemesi üzerine sorgulayan bir kadın yazarın hikayesidir.
Uyandığımda Sesim Yoktu bir başkaldırı ve meydan okuma olarak, kadınların özgürce kendi seslerini bulabildikleri, kendilerini ifade edebildikleri bir toplumun mümkün olacağını bize göstermek ister.
UYANDIĞIMDA SESİM YOKTU kadının kendi gücünü hatırlaması, ayakta durabilmesi ve özgürce kendini ifade edebilmesi için kadınların sesi olmayı amaçlıyor.
5. Priştine Uluslararası Tiyatro Festivali En İyi Oyuncu ödülünü almıştır.
Nora 2
Oyun, Henrik Ibsen’in ünlü oyunu Nora (Bir Bebek Evi)‘nın devamı olarak Amerikalı oyun yazarı Lucas Hnath tarafından 2017 yılında yazılmıştır.
Ibsen’in metninin finalinde Nora, kocasını ve üç çocuğunu geride bırakarak evini terk eder. Lucas Hnath oyunu yazmaya başlarken aklında iki fikir olduğunu söylüyor: Birincisi bir kapı çalacak (Bu kapı, Nora’nın 15 yıl önce çıkıp gittiği evin kapısıdır.), ikincisi Torvald (Bu erkek, Nora’nın 15 yıl önce terk ettiği kocasıdır.) ve Nora, Ibsen’in metninde yapmadıkları şeyi, gerçek bir tartışmayı (yazarın deyişiyle ‘boka batmak’) yapacaklar. Dolayısıyla bir kapı çalınır, Anne Marie (Bu kadın, Nora’yı da, Nora gidince Nora’nın üç çocuğunu da büyüten kadındır.) kapıyı açar, gelen Nora’dır; tam 15 yıldır kendisinden hiç bir haber alınamayan, öldü zannedilen Nora. Ve oyun başlar.
N’Olcak Bu Yusuf Umut’un Hali
''Ben Yusuf Umut. Genelde böyle söyleyince hangisini kullanıyosun diye soruyolar. Ben ikisini de sevmiyom diyom. O yüzden ikisini de kullanıyom. Dedem demiş illa Yusuf koyun. Peygamber ismi, mübarek olur. Annem de Umut istemiş. İşte Yusuf Umut. Ben olmuşum.’'
Yusuf Umut, tanımlayamadığı ama vaz da geçemediği bir özgürlüğün peşinde kendi yolculuğunu anlatıyor. Acaba bu özgürlük, sınırlarından taşan Yusuf Umut’u en sonunda aradığı ortama yakınlaştırabilecek, onu çekyatların, kuralların, sınırların içinden kurtarabilecek mi?
Bi de buradan soralım;
Ne Olacak bu Yusuf Umut’un Hali?
Sıradan Karşılaşmalar
Sıradan bir günde, herhangi iki kişi, olağan bir şekilde karşılaşır. Hayatlarının kesişmesi ile başlayan hikayede yaşam ve sahne, gerçek ve kurmaca iç içe geçer. Ayfer ve Sinan’ın kendi hayatlarına birbirlerinin gözünden bakma çabalarından geriye bazı ihtimaller kalır. Belki de hiçbir şey zannedilen kadar sıradan değildir.
DevamParça/Parça
“Nasıl sonuçlanacağı meçhul bir deneme”
2022’de kurulan genç bir topluluk olarak sizlere ilk oyunumuz Parça/Parça ile merhaba diyoruz. Kendimizi hiçbir mecburiyet altında olmadan gönüllü olarak bir araya gelmiş bir “postpandemik cemiyet” şeklinde tanımlıyoruz.
Bu ilk oyunumuzda Çağdaş Türkiye Edebiyatının öne çıkan genç yazarlarından Gamze Arslan’ın öykülerini Sanem Öge’nin sahneleyişiyle bir araya getiriyoruz. Gamze Arslan’ın “büyülü gerçekçi” öykülerinden sıyrılan ayrıksı karakterler, Sanem Öge’nin süzgecinde sizlere ulaşmaya çalışan birer “güvenilmez anlatıcıya” dönüşüyor. Geçmişlerinden bugüne sürükledikleri şiddet sarmalının kıskacında bilerek ya da bilmeyerek kriminalize olmuş bu üç karakter, anlatıları içerisinde kendi sürpriz sonlarını hazırlıyor.
Aykırı doğalarına ve pozisyonlarına rağmen, gönüllü bir “anlatım” faaliyeti üzerinden bizlerle bağ kurmaya çalışan bu üç tuhaf ve kırılgan karakterin genele karışma çabası başarılı olacak mı? Bilemiyoruz. Ancak belki biraz da “belirli koşullar altında tuhaflaşmaktaki haklılığımız” üzerinde durmak istiyoruz.
Postpandemik Cemiyet olarak, sizleri bizim de nasıl sonuçlanacağını bilmediğimiz bir sahneleme deneyimine davet ediyoruz.
Yabancı
Meursault bu oyunda ilk ve son kez başından geçenlerin öyküsünü anlatıyor: Var oluşuna kast edenlerin öyküsünü…
Cinayet işlediği için değil ama annesinin cenazesinde sütlü kahve ve sigara içtiği için; üstelik bu ahlak dışı tavrını utanmazca kabul ettiği için idama mahkûm edilen Meursault’nun hapsedildiği hücrelerin sonuncusundayız… Birkaç gün önce Fransız milleti adına verilmiş bir kararla bir iki saat sonra devasa bir meydanda ibret-i âlem için kafası kesilecek olan Meursault’nun son dakikalarına tanıklık edeceğiz… Biz, karar açıklanırken duruşmada ayağa kalkması istenen seyirciler son kez onun karşısındayız.
Nasıl Bilirdiniz?
Neredeyse görülmeyecek kadar fark edilmeyen bir kadın, yeraltında sessiz uyuyan ölülerin yerüstünde yeniden konuşulması için onların hikayelerini anlatıyor; hayalet olup da kaybolmalarına izin vermemek için.
“Herkes anlatılacak kadar eşittir.”
Fotoroman Kralı
Sokağa çıkma yasakları, seks filmleri furyası, sinemaların kapanması, faili meçhuller, sendikalaş-ama-ma faaliyetlerin gölgesinde, 1970'lerin son çeyreğinde, fotoroman sevdalısı bir gencin karakomik yolculuğudur bu oyun. Düğünlerde Aşuk- Maşuk oyunları oynayarak çekeceği fotoromanlara para biriktirirken giyindikleri Aşuk- Maşuk kıyafetleri içerisinde aşklarını yaşayanların hikâyesi, dünyanın zırhını aşk deler çünkü, baskının kederini bir kahkaha dağıtır çünkü.
DevamPezzettino
O, herkesin kocaman olduğu ve cesaret isteyen, harika işler yaptığı bir dünyada yaşar. Küçüktür, bir “parçacık”tır yalnızca. “Herhalde bir başkasının parçasıyım, bir başkasına ait olmalıyım” diye düşünür ve bir gün, kime ait olduğunu öğrenmek için yola düşer.
Küçük bir çocuğun, büyük insanların dünyasındaki bütün özlemlerini derinden kavrayan bir öykü. Bir bütünün parçası değilsen, bir parça olarak bütünsündür belki. Parçadan bütüne uzanan bir arayış, bir yolculuk, bir oyun.
Bir Tatlı Kaşığı Çamur
Mutfağa hapsolmuş bir kadın, bize yaptığı yemeklerden, kocasından, babaannesinden, çocukluğundan, çocukluk aşkından bahsediyor. Toplumsal cinsiyet üzerine yapılan akademik çalışmalar kapsamındaki röportajlar sonucunda kaleme alınan Bir Tatlı Kaşığı Çamur, tek bir kadının ağzından dökülenler gibi görünse de aslında bütün kadınların ortak hikayesi, dili, hissi, ifadesi...
Oyunun dünyası da tam bu ortak paydadan beslenerek hayat buluyor. Metnin de yardımıyla oyuncular, fiziksel tiyatro teknikleri ile performatif oyunculuk ve çağdaş dans olanaklarından faydalanarak, sözlerin ve bedenin hareket ve anlam olasılıklarını araştırıyor. Dekorun ve seyirciyle aralarındaki duvarın olmadığı boş bir alanda, uzamın ve oyunsu olanın peşine düşerek sahnede var oluyor, yine bu yollarla dinamik ve alternatif bir dil yaratmanın peşine düşüyorlar.
Abzu
Susuzluğun ağaçları kuruttuğu, denizlerden çok uzaktaki küçük bir kasabada yaşayan Ayşe Zuhal, çiçeklerden ziyade böcekleri merak eden, bunun çevresindekiler tarafından neden ‘saçma’ bulunduğunu bir türlü anlayamayan ve bu yüzden de pek çok şeye kulaklarını tıkamış bir kız çocuğudur. Günlerden bir gün, evinin banyosundaki giderden sızan bir şarkı duyar. Ona bir yerlerden tanıdık gelen bu şarkının peşinden lavaboya eğildiğinde ne olduğunu anlayamadan, hop! Tavşan deliğinden düşen Alice gibi su borularından aşağıya yuvarlanıverir. Ayşe Zuhal, bu karanlık ve pek çokları için ürkütücü yerde eve geri dönmenin yollarını ararken sayısız yaratığın yaşadığı gizemli bir dünyayla karşılaşacak, evinin altındaki borulardan uzak okyanuslardaki balinalara kadar uzanan görünmez bağları keşfedecek, çıktığı yolda hem kendisini hem de çevresini yeniden tanıyacaktır.
DevamKadınlar Bölümü.IR
“KADINLAR BÖLÜMÜ.IR“, İran'ın ayrı bölgelerinde şiddete maruz kalan ve farklı şekillerde ölen dört kadının ruhlarının, arafta kendilerine ayrılan yerde bitmeyen bir döngüde hesap verdikleri bir oyun. Dört bölümden ve birer monologtan oluşan, İran'ın bugünkü sosyal bağlamını yansıtan ve gerçek hayattan beslenen sürreal bir metin.
Farsça sahnelenen oyun, bulunduğu ülkenin dilinde, üst yazıyla icra edilir.
Denizler Bizi Çağırdı
‘’Gitmek mi zor kalmak mı derler ya hep… Annem için eşikte kalmak zor. Eşik şeytanları getirir çünkü.’’
Arzularımız kime aittir? Ailemize mi? Çevremize mi? Sisteme mi, yoksa kendimize mi?
Şehirde yaşayan Muzaffer, bir gün kasabasına döner. Kardeşi Ahmet ile beraber, memleketinde arkasında bıraktığı hegemonik düzenle yeniden yüzleşir. İki erkek kardeş arasındaki çatışma geçmişi bugüne taşır.
Denizler Bizi Çağırdı erkeklik, sıkışmışlık ve sınırlar üzerine bir hikaye… Şehirde tutunmak, taşrada yaşamak, gitmek ve kalmak… Artık burada yaşamayan bir bedeni buraya getirmek…
Dönüşüm - Sorularımdan Korkmayın, Ben Sadece Bir Dramaturgum
Aynı Akşam İki Etkinlik
Dönüşüm / Solo Dans
Sorularımdan Korkmayın Ben Sadece Bir Dramaturgum / Performatif Sunum
Dönüşüm
Dönüşüm, içeri ve dışarı doğru çıkılan yolların süreci, benzerlikleri, aşamaları ve derinliklerinden beslenen bir yolun ve yolu yürümeye karar veren bir yolcunun hikayesidir. Sahnedeki dansçı kendi deneyimlerini bedenine aktarırken, içsel bilgeliğinin rehberliğini alıyor. Yolun getirdikleri, gösterdikleri içsel olan yolculukla harmanlanıyor. Halden hale geçiş, bazen hiçbir yere gitmeden çok uzaklara götüren, bazen de yer yer dolaştırıp hep yanımızda olan o diğeri ile birlikte açılan yolları gösteriyor.
Esra Yurttut, 2004 yılından beri bağımsız olarak, çağdaş dans temeline oturan müzik, video ve tiyatro gibi farklı sanat disiplinler ile giriştiği ortaklıklar yoluyla projeler üretmektedir. Pek çok dansçı, müzisyen ve oyuncunun bir araya gelmesi ile bugüne kadar Zapturapt, Parantez, sOYUN, OnLaR, Kağıt Gemi, Saat Kaç gibi yurt içi ve yurt dışında sahnelenen gösteriler yaratmıştır.
-----
Sorularımdan Korkmayın, Ben Sadece Bir Dramaturgum
Dramaturji, beden, dans ve tiyatro konuları ile uzun yıllardan beri hem teorik hem pratik anlamda çalışan bir dramaturg/araştırmacı olan Evren Erbatur, yine bu alanlardaki deneyimini ve konumunu ele aldığı bir performatif sunu ile karşınızda. Erbatur’a göre dramaturji sadece sanatta değil, hemen her alanda "anlamın nasıl örüldüğünü" merak eder. Burada da ana hatları belirlenmiş bir kurgu, icra anında meydana çıkan ve çıkarılması teşvik edilen fikir, durum ve somut malzemelerle harmanlanır, seyirci ile daimi bir etkileşim kurarak, anlam üstüne bir oyun oynar. Oyun alanında kendisi olarak duran icracının amacı, bir dramaturgu oynamak değildir şüphesiz. Çalışma hayatı boyunca, hatta yürüttüğü dersler de bile bir koreografinin parçası olduğunu düşünen bu icracı, farkındalığını bir başka biçimde ifade etmek ister. Buradaki çaba, dramaturgun ne yaptığına ve dramaturjinin ne olduğuna ilişkin nüktedan bir yanıt olarak izlenebilir.
Dansöz
Hiç kimsenin, annesinin bile dönüp bakmadığı kayıp bir kız çocuğunun; Meryem’in hikayesini anlatıyor “Dansöz”. Meryem, dünyanın ağırlığını gövdelerinde taşıyan çocuklardan. Fakat günün birinde, duyduğu bir müzikle, bütün hikayesi aniden değişiyor: Meryem, kökleri kadim ritüellere kadar uzanan oryantali ve dans ettikçe daha da büyüyen gövdesindeki hafifliği keşfediyor. Bakışlar ilk kez üstüne çevriliyor.
Tüm bakışların üstüne çevrildiği andaysa, Meryem, bakışın da kendi ağırlığıyla geldiğini; hatta bazen görülmenin en ağır yük olduğunu, bakanın neredeyse her zaman gördüğünden fazlasını talep ettiğini fark ediyor…
Buradan sonrası ise kıyamet!
“Çölün tek gözü vardır, o da Allah’ındır. Tek Allah’ın nazarı üstündeymiş gibi oynayacaksın…”
Girls
Yeryüzünde kızlara uygun olmayan bir yerde hayatta kalmaya çalışan üç kız çocuğunun hikayesi olan Girls; kendine merkez aldığı yerden, dünyada kız çocuklarına ayrılan alanla savaşıyor. Bu savaşı verirken kendine lütuf olarak verilmiş tüm renkleri ve materyalleri, silah olarak kullanıyor. Geldiğimiz bu yolda, bize ayrılan sınırlar hayallerimize de hükmedebilir mi? Bir kızın büyüyünce yapabileceklerine dair duvarları, onun aklına kim koyar? Pembe renk, bir terörist kadar suçlu olabilir mi? Halee, Ru ve Ti, düştükleri kıyamet gibi yerde, çocuklukları, arkadaşlıkları ve kadınlıkları ile sınanırken tekinsiz bir yolculuğun kapıları aralanıyor. Oyuncak bebeklerinizin saçlarını tarayın, oyun başlıyor.
DevamClose Up
Koffi Kwahulé’nin 2020’de tek erkek oyuncu için yazdığı Close up metni öncelikle yapısal
açıdan yazarın kendine has biçimi dolayısıyla başka bir anlatım, bakış ve biçim öneriyor.
İnsanın yaradılışından bu yana erkeğin temsil ettiği bütün arketiplere yakın plan yapıyor.
Daha derine inmek istiyor. Bunu, daha önce oyunlarında ve romanında da kullandığı,
yazıldığına göre insanların yoldan çıktığını, artık lağımda yaşadıklarını anlatmak için bir
sene bok içinde yaşamını sürdüren peygamber Ezekiel’in isimini verdiği bir katil, tecavüzcü,
pedofil ve nekrofil aracılığıyla gerçekleştiriyor. Ezekiel bir nevi sanatçı ve artık tecavüzlerle
geçen yıllarda taslağını hazırladığı o baş yapıtını yaratmak istiyor. En büyük dileği de
hikayesini, hiçbir telif ücreti kabul etmeden, sadece “anlatmak adına, bir şey kanıtlamak,
kendisini savunmak için değil”, Hollywood ile paylaşarak, “ Anne, kedi, baba, köpek,
çocuklar, kırmızı balık”ın ekran karşısına geçip izleyebileceği bir aile filmi çekilmesini
sağlamak. O sıradan biri, aramızda, bizimle aynı kırmızı ışıkta bekliyor, aynı meyhanelere
gidiyor, aynı cenazelerde ağlıyor, aynı tap dansı kurslarına gidiyor.
Kadının öldükten (öldürüldükten) sonra bile bozulmaya çalışılan bedeni sahnede, aynı
anda bir canavar, katil, iyi eğitimli bir oğul, kurban, sanatçı, peygamber olan bir erkek
tarafından, sadece dil ile ele alınıyor. Dilde kabul ettiğimiz ve normalleştirdiğimiz kadının
erkek tarafından bozulan bedeni, imajı, yeri kaçacak hiçbir yer bırakmadan irdeleniyor.
Cesaretli tınılara gitmekten çekinmeyen, her paragrafın başka bir sese dönüştüğü “klasik
jazz” metni olarak Close up, erkeğin, erkekliğin, erkek egemen sistemin kara deliğine
giriyor. Kadının bu savaştaki yerini, neye inandığını/inandırıldığını, fantezilerimizdeki
yerini, erkek beynindeki varlığını sorguluyor.
Sıfırdan
İnsan aç kaldığında ne kadar ileriye gidebilir? Peki ya çözüm ileride değilse, ne kadar geriye dönebilir? Sıfırdan; sizi, hayatındaki tüm hırsızlara göz yuman bir adamın hesaplaşma gününe çağırıyor. Yıkılan hayallerin, çalınan mutlulukların suçlusu gerçekte kim? Herkes hesaplaşmaya hazırsa, kimsenin kârlı çıkamayacağı bir alışveriş başlıyor!
DevamHerkes Yolunda
Herkes Yolunda, yakın çevresindeki insanların aksine “Gitme” yi henüz hiç deneyimlememiş genç bir kadının, gitmeye cesaret edişini anlatmaktadır. Karakter, seyirciyle birlikte önce odanın dışından sokağa, sokaktan ormana, denize ve en son bozkıra varan masalsı bir yolculuğa çıkmaktadır. Genç kadın, gitme ve değişme cesaretini kıran toplumsal düzene, ikili ilişkilere, aile yapısına ve büyükşehir yaşantısına karşı dürtüsel tepkiler vermek yerine, kendine özgü alaycı üslubuyla bunları sorgular ve tüm bu olgularla baş etme mücadelesi verir.
Herkes Yolunda, tiyatro, dans ve performans alanında çeşitli projelerde yer alan ve kendi projelerini de üreten sanatçının yazıp yönettiği ve aynı zamanda oynadığı ilk oyundur. Özgün ses tasarımının ve oyuncu bedeninin fiziksel sınırlarını araştırmaya yönelik düzenlenen hareketlerin merkezde olduğu bir hikâye anlatıcılığı biçimi kullanılarak oyunun masalsı dünyası kurulmaktadır. Oyuncunun, hareket ritmi, zaman, mekân ve seyirci ile kurduğu ilişki sahnede, karaktere özgü olan “oyunsu” tavrı yaratmaktadır. Karakterin; kent, sokak ve kadın-erkek ilişkilerine dair meseleleri ile kurduğu ilişki direkt, alaycı ve sorgulayıcı bir tavır üzerinden gerçekleşmektedir.
*Sanatçı, Sevgi Soysal’ın Tutkulu Perçem ve Tezer Özlü’nün Yeniden Akdeniz adlı öykülerinden ilham alarak yola çıkmıştır.
“Herkes gitti.
Gidenlerin dikenleri ile kalakaldım burada.
Şimdi kim çıkaracak bu dikenleri?
Bozkıra gideceğim. Annem bekliyor beni. O, çıkarır dikenlerimi.
Yetişmem lazım…
Yola çıkmam lazım…
Çok geç kaldım.”
“Şu an gündüz mü yoksa gece mi?
Tam bu an için ne diyorduk? Gecenin gündüze dönmeye yakın o anı…
Gece bile gündüze dönüyorken, neden kimse bana… Şşhh!
Sözcükler olmadan anlatmanın bir yolunu arıyorum. Tam şu an.
Düşüncemi izleyebiliyor musunuz?”
------------
"Oyunun 1.30 dakikalık bölümünde fotosensitif epilepsiyi tetikleyebilecek ışık kaynağı kullanılmaktadır."
Sepin Kafası
Hadi, yetişkin olmaya dair ve anlamlı sohbet edelim. Sorularınızı alın gelin.
ilişkiler,
regülasyon,
ebeveynlik,
aşk,
yas,
sevmek ve başka ne isterseniz… Üzerine teknik, pratik, komikli ama her zamanki gibi sadece tecrübeden ve bu sefer birbirimizin gözlerini ekrandan görerek değil, sesini kulaklıktan duyarak değil. Bu sefer yan yana, omuz omuza, aynı mekanda, Bahçe Galata’da.
Hasretle.
Sepin Kafası podcastinin yaratıcısı ve yayıncısı Sepin Sinanlıoğlu’nun sunumu ile dinleyici buluşması Bahçe Galata'da,
Salondaki Fil
Bir düğün salonu. Salonun ortasında kocaman bir fil, çevresinde görülmeyen, görülmek istenmeyen gerçekler.
Kafasının içi seslerle, çelişkilerle dolu, varlığını başkaları üzerinden oluşturan bir kadın. Nereye ait olduğunu, ne olduğunu bulamamış bir şekilde toplumun katmanları arasında sıkışıp kalır.
Toplumun farklı kutuplarından, doğruları ve kabulleriyle şekillenmiş üç insan, kurdukları hayallere inanarak bir düğün salonunda, bir filin etrafında buluşurlar.
-kararlarımızı gerçekten biz mi veriyoruz?
-gerçekten olduğun yere mi aitsin?
-gerçekten mi?
Aşalım Bunları
Belirsiz bir çift eve japon balığıyla döner; balığa istediği her şey olabilme şansı sunmaya çalışırlar. Bu çabanın ta kendisi balığın ölümüne sebep olan heteronormatif bir aile trajedisine dönüşür. Biri sivil toplumda, diğeri de teknoloji sektöründe markalaşmayı hedefleyen bu çift; asansörlerinde gerçekleşen bir çocuk ölümünün gölgesinde hayallerine ve fırsatlara tutunma çabasını nasıl sürdürebileceklerini araştırırlar. Bu yası ne kadar sahiplenebilirler, ne kadar geride bırakabilirler? Kişisel çabaları onlara sıkıştıkları akvaryumda nefes olur mu? Yoksa ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar bu bitimsiz krizin etkisinde savrulacaklar mıdır? Peki yasın performansı ürünleşebilir mi?
DevamHücre Kasabası
'Hücre Kasabası' aynı isimli kurmaca bir kasabanın içinde, kasabanın kurallarına uyum sağlamaya çalışan iki kişinin aşkını konu alan ve fantezi edebiyat türünden esinlenmiş bir fiziksel tiyatro oyunudur. “Hücre Kasabası’nda kimse kendini göremez.” İki kişinin birbirlerine duydukları aşk, onları kuralları yıkmanın eşiğine getirirken bir yandan da istenmeyen sırların ortaya çıkmasına ve beklenmeyen yüzleşmelere sebebiyet verir.
DevamTerörizm
Terörizm oyunu kaygı ve hınç içindeki insanları resmeder. Oyun bir hava alanında bomba alarmıyla başlar. Bunu bir intihar ve şehrin göbeğinde bir patlama takip eder. Zaten kendisiyle başı dertte olan, anlamsızlık, yetersizlik ve hissizlikle mücadele etmeye çalışan insanlar toplumsal düzeyde sarmalandıkları bu şiddetle beraber kendileri de şiddetin üreticisi haline gelirler. Bu durum bir sarmal şeklinde ilerler. 2000 yılında Rus yazarlar Presnyakov Kardeşler tarafından yazılan Terörizm oyununun bugünün Türkiye’sinde -ne yazık ki- son derece güncel olduğunu düşünüyoruz.
DevamNifas
Lohusalık sürecindeki Zeynep, eşi Mert’in de desteğiyle bebeği Ada’ya alışmaya çalışmaktadır. Ancak bir sabah Ada’nın beşiğinde olmadığının fark edilmesiyle her şey alt üst olur. Kendini bir türlü anne gibi hissedemeyen Zeynep, kaynanalığından hiç taviz vermeyen Sevim, anneliği bir rozet gibi üzerinde taşıyan kız kardeş Özlem, bütün bunlar yetmezmiş gibi olaylara sıra dışı tepkiler veren Asperger Sendromlu baba Mert için, sıradan bir sabah tam bir curcunaya dönüşür. Kapı baca zorlanmamıştır. Belli ki dışarıdan kimse gelmemiştir. El kadar bebek kanatlanıp uçamayacağına göre nerede, nasıl aranır? Yoksa kayıp bebek Ada, herkesin sustuklarını söylemesi için ironik bir şaka mi yapmaktadır?
DevamGeri Dönüşü Yok
2006 senesinden beri devam eden Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesinin festival ayağı olarak 2012’den beri GalataPerform’un hayata geçirdiği ve Türkiye’nin oyun yazarlığı odaklı tek tiyatro festivali olarak yolculuğunu sürdüren Yeni Metin Tiyatro Festivali 12 kapsamında her sene Yeni Metin Atölyelerinde yazılan oyunlardan bir seçki festival bünyesinde oyun okumaları olarak tiyatro profesyonelleri ve seyirciyle buluşuyor.
Seçkide 11. festivalde de yer alan ve Senenin Oyunu ödülünü alan Sena Işıldar bu sefer distopik bir dünyada geri dönüşüm ve varoluş hikayelerini işliyor.
Mucizevi geri dönüşüm dünyasına hoş geldiniz!
Bu oyun, siz yukarı bakarken; size dünya ve onun altının hikayesini anlatacak.
Bu oyun; iyi ve kötü kararın ve hür iradenin sonucunda kısmete neyin düştüğünü anlatacak.
Bu oyun; gerçek ama fantastik derecede inanılmaz.
Delibo - Gençliğimin Kara Kuyusu
Hayatının son 18 senesini İzmir’den uzakta geçiren Yusuf’a bir telefon gelir, Delibo kaybolmuş! Delibo’nun kayıp ilanıyla beraber İzmir’e geri dönmek zorunda kalan Yusuf bir anda mahallesi, arkadaşları, kaçtığı meseleleri ve babasıyla baş başa kalır. Bornova, Basmane, Karşıyaka, Alsancak, Pasaport gibi mekanlarda Yusuf, Delibo’yu arar.
Kaybeden olmadan, kaybetmeyi dilemiş Yusuf’un hayal kırıklıkları mahalle mahalle artarak gelir üzerine. Bir de üzerine yıllardır görmediği, bir doğum gününde masadan kalkan Yasemin eklenir. Delibo artık bulunmalıdır, çünkü Delibo hem geçmiştir hem bugündür, beynelmilel İzmir’dir, Yusuf’u karabasan gibi rüyalarından kurtaracak yegane kişidir, belki de kendini arayan Yusuf’un döneceği evin anahtarıdır.
Tropikal Kapısı
* Bu oyunun 18.09.2024 tarihli seansı, Istanbul Fringe Festival 2024 kapsamında düzenlenmektedir.
Esme Madra ve Büşra Albayrak tarafından yaratılan bu oto-kurmaca oyun, bizi 2023 yılının
İstanbul’unda yaşayan iki yakın arkadaşın hayatlarına götürüyor. Hikaye, ikilinin birbirine
yolladığı sesli mesajlarla bir kaç aylık bir dönemde olup bitenlere ve karşılaştıkları zorluklara
odaklanarak gelişiyor.
Bay Samir
“Asil bir yaşam mücadele ile geçer. Rezil bir yaşam ise daha çok mücadele ile geçer.”
Hayatla mücadele etmekten yorulmuş olan Bay Samir; bir iş çıkışı her akşam yürüdüğü yolun yabancılaştığını fark eder. Bu yol üzerinde bulunan ve sürekli seyrettiği tuhafiye dükkânı yıkılmıştır. Vitrininde yıllardır duran çirkin plastik manken ise ortadan kaybolmuş, Bay Samir’in anılarıyla birlikte huzurunun kırıntılarını da yanında götürmüştür.
Lodoslu bir akşam, Bay Samir’in Taksim ile Şişli arasındaki spiritüel yolculuğu böyle başlar. Yollar, kaldırımlar, kuşlar ve yalanlar üstüne bir hikâye…
Boomer'ı Gördün Mü?
Nesrin ve Sarp, evliliklerinin rutini içinde sıkışıp kalmış bir çifttir. Her gün aynı sohbetler, benzer yemekler, bir türlü tamir edilmeyen bir sigorta kutusu... Bu döngünün içinde kedileri Boomer’ın bile bir rutini vardır. Fakat bu kez Boomer’ın evden gidişi her zamankinden farklıdır ve daha önce konuşulmamış bazı konuları açar.
Duman kokusunu alıyor musunuz?
Yüksek İrtifada
İranlı üç kadının, 1980 sonrası sosyal hayatı da fonuna alarak evrensel hikayeler anlattığı “Yüksek İrtifada” oyunu, bu üç kadının gerçek hayat hikayelerine dayanıyor. İran-Irak savaşı sırasında ulusal bir kahraman kabul edilen bir pilotun eşi, ünlü bir futbolcunun metresi olan genç bir kadın ve İranlı başarılı bir dağcı. Zamandan ve mekandan bağımsızlaşan, yeni bir zamana birlikte taşınan, yerle gök arasına emanet edilen bu hikayeler yüksek irtifada kesişiyor.
“Yüksek irtifada yürümek yerde yürümekle aynı değil.”
Kevgir
“- Ana karada mahsur kalan son iki insan biz olmayalım Doktor?
- Bir ustayla devamlı aynı odayı paylaşmak fikri… Kötü anlatılan bir fıkra gibi…”
Bilinmeyen deliklerin zamansız ve amansız açıldığı, delik deşik bir distopyada.
Hayatta kalmış belki de son iki insan. Serbest meslek erbabı Nerk Usta ve her şeyin pekbiliri Doktor Ca. İki aykırı karakter. Çatışma, çekişme, didişme, boşluk, delik-deşik bir dünya, kurtarılma ümidi, yer yer inziva, bolca yekzemin özlemi... Erzakları hızla tükenirken... Birlikte tekrar keşfe çıkmalılar mı? Uzlaşarak... Hayatta kalmak için... Birbirlerine rağmen ve birlikte... Hala yaşıyorlarken... Şimdilik... Sonuçta... Bir günde ne değişebilir ki?
Türkiye sahnelerinde ilk defa sahnelenen, o Sahne’nin, o distopik Komedisi ‘KEVGİR’,
Toplumsal uzlaşı meselesini mizahi bir dille irdeliyor.
Devlet Baba
Fişler bizim ne aldığımızın kayıtlarıdır.
Ne aldığımız aslında bayağı bir şey anlatır. Hepsi birer hikayedir. Hepsi bir şeyler söyler bize. Kim olduğumuzu. Tam olarak burada ve şu an. Neye ihtiyacımız olduğunu. Neye ne kadar ödeyebildiğimizi…
'Devlet Baba' oyununda serbest meslek erbabı Kerim’in 1 sene boyunca biriktirdiği fişlerin hikayesine şahit olurken, aslında bu fişlerin sahipleri hakkında ne kadar çok şey söylediğini fark edeceğiz.
İki Davetli
Hiçbirimize dünyaya gelirken “bu oyunu oynamak ister misin?” sorusunu sormadılar, evet. Oyundan çıkmak için yalvaranlar, oyunun bir an önce bitmesini isteyenler, oyun ya hiç beklemediği bir anda biterse diye endişe edenler, senaryoyu beğenmeyenler, senariste isyan edenler/şükredenler/tapanlar/reddedenler/bi türlü emin olamayanlar; oyunculardan memnun olmayanlar, yan karakterlere fazla anlam yükleyenler, başrolleri çok geç farkedenler, asıl başrole değer vermeyi zor öğrenenler, ana fikri bir türlü çözemeyenler, anlam veremeyenler, fazla anlam yükleyenler… Bu sahnede bize biçilen rolleri oyunun sonuna kadar oynamaya çalışıyoruz. Bazılarımız rolün hakkını veriyor, bazılarımız güçlük çekiyor, bazılarımız üstesinden gelemiyor.
Bu kadar fazla ihtimal varken aslında iki seçeneğimiz var; ya oturup ağlayacağız ya da bu oyunun keyfini çıkaracağız.
Gölge Otobanı
Hayal etmek için umuda mı ihtiyaç vardır? yoksa umut için hayal etmek yeterli midir?
Bir arabada birbirine yabancı, tesadüfen bir araya gelen üç kişi yolculuk ederler. Başlarından geçen bir olay bu yolculuğun seyrini değiştirirken, karakterleri belleğin ve zamanın içinde farklı bir yolculuğa sürükler. Göçün merkezinde, bu topraklarda geçen, tesadüfi ve sıradan gözüken bu yolculuk, üç karakteri evin, umudun ve her şeye rağmen peşinde koşulacak hayallerin izinde sürükler.
"Karşılaşmalar" üçlemesinin ikinci oyunu olan "Gölge Otobanı", birbirinden farklı üç kişinin yolculuğunu gerçek ve kurmaca ikilemine taşıyarak, geçmişin, geleceğin ve şimdinin ekseninde akan bu yolda göçü, aidiyeti ve umudu yine sinemanın dilini kullanarak anlatmaktadır.
Öbür: Sonsuza Kadar
“Bir şeylerin anlamını bulmayı bekliyorsan, onu burada bulamazsın. İnsanların olduğu yerde.”
Proje Difüzyon ekibi yeni oyunları “Öbür: Sonsuza Kadar” da vampirlik temasından yola çıkarak metin üretimi ve sahneleme süreçlerinde güncel anlatım olanaklarını araştırıyor.
İnsanlığın hüküm sürdüğü sömürü, şiddet ve yıkımla dolu bu dünyada yaşadıklarımızın yarasını tür değiştirmek sarabilir mi? İçinde sıkıştığımız bu döngüden çıkmamız için nelerden vazgeçmemiz gerekir? İnsan tarihinin sonu geldiğinde yasımızı nasıl tutarız?
Oyundaki altı karakterin yolları, günümüzde Paris’in merkezinde yer alan bir gece kulübü olan La Mutinerie’de kesişir. Gece boyunca Fransalı iki genç aşık, onları ölümsüz yapacak gizemli bir vampir bulmaya çalışırken, ülkelerinden gitmek zorunda kalan Türkiyeli karakterlerle tanışırlar. Gecenin, karanlığın ve arzuların izinde günümüz dünyasında yeni aidiyetler ve kimlikler peşinde koşan bu karakterler sonunda kaçınılmaz olarak benzer bir gerçekle yüzleşir: sonsuz olan gelecek değil, şimdidir.
The Wasp (Yaban Arısı)
aradan geçen 10 yıl sonrasında intikam amacıyla bir akşam yemeğinde tekrardan bir araya gelen iki lise arkadaşının birbirlerinden bağımsız ve belki de bağımlı olarak değişen hayatlarını konu ediniyor.
İnsanların değişebileceğine inanıyor musunuz? Çocukluğunuzun geleceğinizi etkileyebileceğine inanıyor musunuz?
Hayatınızı değiştirmek için ne kadar ileri giderdiniz?
Olivier ödüllü oyun yazarı Morgan Lloyd Malcolm tarafından yazılan The Wasp, çocukluktan yetişkinliğe taşınan bir kini araştıran psikolojik gerilim bir tiyatro oyunu.
Merak uyandıran yapısı ile arkadaşlık, çocukluk istismarı, travma ve intikam kavramlarını sorgulamamızı sağlayan oyunumuz The Wasp sizlerle
Fok Derisi KAVUŞMA!
Yuvayı dişi kuş mu yapar? Peki bu yuva kimlerden ve nelerden oluşur?
Bir çatıya sahip ama anne olmak isteyip olamayan beyaz yakalı bir kadın Dilek.
Bir çocuğa sahip ama kendi ailesiyle aynı çatı altında yaşayamayan Türkmen bir bakıcı Gül.
Aile dediğimiz kavramı, kendi yuvasını tamamlamaya çalışan bu iki kadının vazgeçtikleri, fark
ettikleri ve kendileri çok tanıdık.
Farklı sosyal statüde ve coğrafyadan olan Dilek ve Gül’ün anlattıkları, gerçek deneyimlerle
harmanlanmış, trajikomik hikayelerden oluşmaktadır. Masallar, kuşlar, şarkılar her zaman
bizimle.
*Kurtlarla Koşan Kadınlara selam olsun.
Yapım desteği: Pax Sahne
Animus
Büyük tanımlamalara ihtiyaç duymadan öylece bakıyoruz. Görmeyi arzuladığımız şey bize idealize edilen şey değil. İçerde başka türlü bir enerji var. Bu bilinç dışı eril enerjiye alan açıyoruz. Arketipleri gölge olarak yanımızda tutuyoruz fakat hepimizin animusu kendi yolunu çiziyor. Değişen hatta dönüşen tüm psişemizle ilerliyoruz.
Yaratım ve Dans:
Eda Erenözlü
Nira Naz Kavaklı
Esra Kucur
Maya Rojin Yaşar
Harika Onur Yıldırım
Eşyalı Kiralık
Eski günleri hatırladık birden.
Şimdi değil büyüyünce
Yılbaşında
Arada saklanıyorum buraya.
Lisede başka bir adamdın oğlum sen.
Ilık. Yatmadan içtiğim süt gibi, yumuşacık.
.
Keser mi lan bu?
İflah olmaz bir romantik
Rüya görüyorum en çok da uçtuğum...
Ama unutamıyorsun işte.
Lise aşkım
Ilgar geldi seni soruyor. Ilgar?
Kim?
90’lı yıllar... Bir kanepe... Ve o kanepeden dünyaya bakan biraz kırgın, biraz yarım ve kabuğunu çatlatmayı bekleyen beş kişi.
Üçlemenin ilk oyunu olan “Çekil! İtme Beni”de mekansız, zamansız bir dünyada gördüğümüz bu beş kişiyi, üçlemenin son halkası olan “Eşyalı Kiralık”ta dört duvar arasında bir evin salonunda görüyoruz.
Sıla Erkan’ın yazıp yönettiği oyun, büyüyememe hallerimizi bir sitcom estetiği içinde anlatıyor.
“Sen de benden uçmayı öğrenmek istiyorsun.”
Gümbürtü, Şaşkınlık, İnfilak!
“Peki gerçeği ortaya çıkarmanın bir anlamı olur mu? Evet, sadece yalın haliyle gerçeğe ihtiyaç var. O da maalesef sizin anlattığınız anlamsız anıların arkasında belli belirsiz dolaşıyor.”
Belirlenen sürede kitabını bitiremeyecek bir cinayet romanı yazarı, patronunun yönlendirmesiyle
havai fişeklerin havada uçuştuğu şahsına münhasır bir kasabaya gider. İlham sıkıntısı devam eden yazar, kendini kökleri eskiye dayanan bir hikayenin ortasında bulur.
Bu renkli bir dünya!
Arzular, eğlenceler, görevler, konuşmalar, konuşmamalar… veee tonlarca havai fişek!
Tiyatro Amorf, üçüncü oyununda, insana dair olanı hikaye anlatıcılığı üstünden ararken, hakikat ile nasıl ilişkilendiğimiz sorusunun peşinden gidiyor.
Soğuk yenen bir intikam yemeği kimin hikayesidir?
Maaş Yattı
Ortak geçmişlerinin aksine, hayata bakışları birbirinden farklı Murat ile Ömer’in, tanıdık bir kurumsal hayat eksenindeki hikayesi...
Murat, eşine sürpriz yapmak için bilet aldığı kapalı gişe oyunun heyecanı ile işlerini tamamlayıp ofisten çıkmak üzeredir. Fakat Ömer’e gelen bir son dakika işi, Murat’ın sürprizini ve daha fazlasını alt üst edecektir.
HardLove
Hayatlarından memnun olmayan iki kişi, barda tanışır ve sevişmek üzere eve gelir. Fakat teknik bir aksaklıktan dolayı sekste uzlaşamayınca konuşmak ve birbirlerini tanımak zorunda kalırlar. Böylece sevişmek için bir araya geldikleri gece boyunca arzuları ve korkularıyla tek gecelik de olsa bir ilişki kurarak yabancı olmaktan kurtulmaya çalışırlar.
HardLove, yaşamlarında gittikçe hissizleşen ve bir şeyler hissetmek için çabalayan, bu esnada tökezleyen ve devamlı başa saran insanların hikayesi.
“Ahmet: Ben hiçbir zaman öyle soft soft biri değildim zaten. Ama hard hard biri de olmadığım için şey olmuyor.
Ayşe: Hiçbir şey anlamadım biliyor musun?
Ahmet: Yani içinden gelir bir şaplak atarsın, onu demeye çalışıyorum.
Ayşe: Anladım.”
Sevgili Çocuklar
“Sevgili Çocuklar”, Görünüşte felç olmuş bir dünyanın gözleri önünde gelişen olaylara ilişkin deneyimden doğan solo bir Dans Tiyatrosu performansıdır.
Bu olan bitene, kaç farklı anlam yüklenebilir?
Kendini çaresiz hisseden bu kadar çok bireyden oluşan insanlık arasında, bu kadar boş, bu kadar küçük ve önemsiz, bu kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olan ben, rüyalarımın ve kabuslarımın görüntülerini paylaşırsam ne olur? Hayal gücü ve şefkatle o trajedilere yolculuk yaparsak ne olur?
Bu insanlık trajedisinin bende bıraktığı izlenimleri sahneler aracılığıyla anlatırsam ne olur? Kabuslar ve düşüncelerin sahnelenmesi yoluyla insan olarak saygınlığımın bir kısmını yeniden kazanmam mümkün olacak mı?
Acaba o zaman daha az ölü olabilecek miyim?
Bay Kanun
Bir hukuk fakültesinde yılın ilk dersi sizler de birer öğrencisiniz. Öğrenci olarak dersi dinleyecek, parmak kaldıracak, sorulara cevap verecek ve aklınıza takılan noktaları öğretmeninize soracaksınız. Dersi geçip geçemediğinize yine siz karar vereceksiniz. İyi dersler, sınavınızda başarılar.
Devamİnsana Aykırı Değil
“Hiç kuşkusuz ortada ağır bir suç var ve yine hiç kuşkusuz yasalar çiğnenmiş ve kan dökülmüştür… Madem öyle, çiğnenen yasalarınıza karşılık siz de benim başımı alın, olsun bitsin! Ama o zaman saltanat yoluyla değil de, iktidarı zorla ele geçirerek insanlığa iyilikte bulunanların da, hem de daha ilk adımda,kafasını kesmek gerekmez miydi?”
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı romanından uyarlanan oyunumuzda, Raskolnikov ve Porfiri’yi karakter özelliklerinden sıyrıltarak romanın ana çatışmasına odaklandık ve bunu yaparken suçlunun ve onu yargılayanın yer değiştirebileceği durumları göstererek adalet kavramının değişebilirliğini vurguladık.
Düşünce eyleme döndüğü anda mı suçtur? Suçluyu yargılarken ahlaki sınırlarımız var mıdır? Yoksa en az onun kadar acımasız olmak bir hak mıdır? Bu soruların cevaplarını ararken, karakterlerin çıkmazlarını fiziksel ifade yöntemleri ile araştırdık.
Köprüden Önce Son Çıkış
"Sabah erken, hava karanlık
Her gün aynı şey!”
Yaptıkları meslek ne olursa olsun herkesin yaşadığı o karanlık sabahları anlatan Köprüden Önce Son Çıkış, hayata devam edebilmenin yollarını arayan ev arkadaşı üç genç kadının mücadelesini anlatıyor.
Toplumsal yargılardan ve bu yargıların getirdiği korkularımızdan arınmamız mümkün mü? sorusunun yanıtını arayan oyun Ga Kolektif tarafından üretilmiştir.
Girift
içinde metin olan çağdaş dans performansı
Yaşamın karmaşıklığı içinde, zamanın lineer akışı, insan bedeninde sabit bir referans noktası oluşturur. Beden, bu zamanın hem ritmik hem de duraksız döngülerinin içinde yaşar. Bağlantısı kopmuş, akışın parçalandığı bir durumda beden patolojik bir biçimde işlemeye devam eder. Bu bozulan veya işlemeyen beden, lineer zaman içinde kendi kopuk karmaşık döngüsüne sıkışır.
Woyzeck
Franz Woyzeck bir askerdir ve yüzbaşı berberi olarak hizmet vermektedir. İhtiyaç ve varoluşsal korkularla hareket ederek, kendisine yalnızca bezelye yemesine izin veren bir doktor tarafından tıbbi test konusu haline getirilmesine izin verir. Ve sonra onu rahatsız eden şizofreninin sesleri ve semptomları var. Ve Woyzeck'in sevgilisi ve Bando’nun davulcu çavuşuna âşık olan çocuğunun annesi Marie. Büchner'in dram fragmanında, insan varoluşunun bedelini ödeyen tüm karakterler sürükleyici, baskıcı ve mazlumdur. Kurbanlar ve failler. Henüz 23 yaşında olan Georg Büchner, Woyzeck adlı oyununu görsel olarak çarpıcı ve zamanına göre vizyoner bir oyun olarak yazmayı başarmış. Alman edebiyatının en ünlü metinlerinden biridir.
Woyzeck'i, Woyzeck'in yanında Doktor, Yüzbaşı ve Marie figürlerinin ön plana çıktığı insandaki hayvan hakkında bir drama – gerilim türü olarak tek kişilik bir formda sahneliyoruz. Woyzeck, insanın ilkel öfkesi ve onun uçurumları için bir arayış olarak seyircinin kendisiyle empati kurmasını isteyecek…
“Din, bilim, devlet ve aile!
İnsanı yöneten, sınırlandıran, yaşatan ve öldüren temel dört kavram!
İnsan bu dördüne de hizmet etmek için eğitilse de, insan kendine hizmet etmek isteyemez mi?
Tüm hizmetkârlara…”
Şükrü Veysel Alankaya
Limonlar Limonlar Limonlar Limonlar Limonlar
Günde kaç kelime ile konuşabileceğiniz, bir yasa tarafından sınırlandırılsa nasıl anlaşırdınız? Günde sadece yüz kırk kelime hakkınız olsa; günlük ihtiyaçlarınızı, sevginizi, anılarınızı karşınızdakine nasıl anlatırdınız?
Mors alfabesi?
Kısaltmalar?
Belki de daha çok göz kontağı?
“Bazı yollar bulmamız gerek. Hileler ve bir şeyler.”
Yasanın çıkmasına beş dakika kala karşınızdakine ne söylerdiniz?
Sonra konuşmak üzere ertelediğiniz bütün o konuları nasıl anlatırdınız?
Marketten dönerken yaşadığınız komik bir olayı dahi anlatamayacağınız bir ilişkide nasıl hissederdiniz?
Oliver ve Bernadette çifti, kısıtlı kelimelerle anlaşmak üzere bazı yöntemler bulmak zorundadır. İletişim kurmak için günlük hayat koşuşturmasının dışında birbirlerine kelime ayırmaları gerekmektedir. Sonraya ertelenen konuların ise biriktikçe ağırlaşma gibi bir huyu vardır.
“Bunu sonra konuşalım mı?”
“Tabii.
İspat
İspat, Amerikalı oyun yazarı David Auburn tarafından 2001 yılında yazılmıştır. Oyun ünlü bir matematikçi olan Robert’ın ölümüyle başlar. Robert geride ünlü matematik teoremleri, binlerce öğrenci, yaşadığı ev ve çalışma odasında kendi el yazısıyla doldurduğu yüzlerce defter bırakmıştır.Robert’tan geriye kalanlar (mirası) kızları Catherine, Claire ve eski öğrencisi Hal arasında fikir ayrılıklarına yol açar.
İspat; kadın olmak, emek vermek, miras, yas tutmak, birey olmak, bilim etiği, sorumluluk gibi kavramları merkeze alıyor.
Saraylı'nın Üç Ölümü
“Hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar iyi olmayacak. İki artı bir evde, Meryem’le uzun yıllar daha yaşayacağım. Ama hayatımda hiçbir şey hayal ettiğim kadar kötü de olmayacak. Tek tesellim bu. Ne harikayım ne berbat. Kibrit kutularının sırtındaki kelimeyim ben: Vasat.”
İsmi lazım olmayan bir hastanede hasta bakıcı olarak görev yapan Faruk, karısı ile normal bir yaşam sürmektedir. Çekirdek yaşamlarında onlara bazı çocukluk anılarıyla anne nasihatları eşlik eder. Faruk günlük yaşamda çevresinde olup biten farklılıklara ve ayrıntılara karşı her zaman ilgilidir ancak bu ufak heyecanlar hayatında uzun soluklu değişimler yaratmaz; taa ki Saraylı hayatına girene dek. Adamın hastaneye gelişi Faruk’ta adama karşı yoğun bir merak duygusu oluşturur. Adamın hali, tavrı, bakışı Faruk’u içine çeker ve onu keşfetmek ister. Bu keşif ve öğrenme tutkusu rutinini bozar ve onu sonunu öngöremediği bir yolculuğun ortasına atar.
Beyaz Mürekkep: Derine
Beyaz Mürekkep: Derine performansı, sanatçının hem kendisi hem de ilham aldığı birçok kadın yazar, şair ve sanatçı odağında yürüttüğü otantik benlik araştırması sonucunda meydana gelmiştir. Hayattaki varoluşunun temelinin yaratıcılığı ve sanatsal üretimi olduğuna inanan bir kadının, kendini gerçekleştirmeye dair özlemleri, çevresiyle kurduğu gündelik ilişkileri ve gerçek benliğine dair keşifleri; söz, hareket ve enstalasyon enstrümanlarıyla anlatılmaktadır. Disiplinler
arası performansın oluşum sürecinde Otantik Hareket pratiği deneyimlenmiş, sahne görsel-
işitsel bir estetik alan olarak kurgulanmıştır. Koreografi seyirciyle kurulacak interaktif ilişki
potansiyellerine açık ve bunları destekler nitelikte tasarlanmıştır.
Ölüm ve Bakire
Bir hikaye anlatıldığı kadar mı yoksa anlaşıldığı kadar mıdır?
Gerçek, kurgudan daha mı çarpıcıdır?
Geçmişin gerçekleri ne ölçüde ve nasıl ortaya çıkarılmalıdır?
Sorduğumuz doğru sorularla gerçeğe ne kadar yaklaşabiliriz?
Gerçekler korkularımızdan kurtulmamıza yardımcı olabilir mi?
Gerçek, özgürlük için yeterli midir?
İntikam adaletin başka bir adı mıdır?
Yıldız
Yıldız. Beş kişilik bir ailede yaşayan bir muhabbet kuşu. Limonlu salatalığı, Bilge’yle tuvalette kitap okumayı, Serap’ın Hamdi’ye bağırmasını, Ela ağlayınca omzuna konmayı ve Ece’nin mor ayakkabılarının içine saklanmayı çok seviyor. Bir gün evden kaçtı. Bu bir çırpıda keşfedilemeyecek kadar geniş dünyadan bir sürü şey öğrendi. Buna büyümek deniyormuş meğer. Bir de şimdi gelmiş hepsini bize anlatıyor. Bir parka tünemiş, gelene geçene sesleniyor.
“Kaybolmak için mi gittin, bulunmak için mi?
Bulmak için.
Ama nereyi, bilmiyorum.”
Mutlu insanlar nerede yaşar? Peki mutlu kuşlar nerede yaşar? Mutlu bir Yıldız nerede yaşar?
Absürt Senfoni
Hiç varmış, bir yokmuş...
Rapunzel, saçlarıyla kendini asarken...
Külkedisi’nin ayakkabı numarası tt olmuşken...
Hansel ve Gretel, şekerden evin franchise’ını dağıtırken...
Kırmızı Başlıklı Kız babaannesinin evine çökerken...
Güzel, Çirkin’i sugardaddy’si yapmışken...
Kibritçi Kız’ın o saatte sokakta işi neydi iken...
Çirkin Ördek Yavrusu’nu görünce annesiyle ilgili dedikodu yapılırken...
Yedi cüceler, Pamuk Prenses ile ilgili ıslak rüyalar görürken...
“Duran”, “Bekleyen”, “Bakan” üç kişinin hikayesi. Belki dörttür. Belki bir. Belki daha çok, belki daha az. Bilemiyoruz.
9/8'lik Kıyamet
Yakın gelecek… İklim krizinin vurduğu bir dünyadayız! Kıyamet gibi “acayip” bir şey olmuş, ama tam öyle de olmamış! Hiçbir ülkenin istemediği, Parazitler denen göçebe topluluklar çıkmış ortaya. Bir oğlan: Diyar! Bu yeni toplumun hikâye anlatıcılarından biri. Her akşam, ateş başında toplanan Parazitler’e, kıyametin ilk günlerine dönüp darbukasıyla bir hikâye anlatıyor.
Bir ihanet hikayesi!
İklim krizinin ilk günleri! İstanbul’dayız! Büyüyen açlık ve kıtlığa eşlik eden büyük bir isyan! Krizi fırsata çeviren muhafazakâr bir hareket: İzan! Diyar’ın bütün hikayesini değiştiren “acayip” gizemli bir kız: Leylâ!
Büyük yangınların, hastalıkların, göçlerin, kan sıcaklarının, açlık ve susuzluğun zamanında, bir soru bütün sorulardan daha önemli hale geliyor: Bildiğimiz dünya elimizden kayıp giderken, biz kimin elini tutacak, kimlerle yan yana yürüyeceğiz?
“O gece ilk bombalar patladı! Yer sarsıldı ayağımızın altında! Dışarı çıktık! Cehennem gibi kırmızıya kesmiş gökyüzü! Cayır cayır her yer! Belki 30 yerde birden patlatmışlar İstanbul’u! “Geliyolar,” dedi Leyla! Öyle acayip bi şey vardı ki sesinde… Korku gibi ama değil gibi de… “Kim geliyo?” dedim, bi şey demedi… Dönüp bakmadı bile… Ben baktım ama! Bütün yangın yüzüne vurmuş! Kara saçları kızıl kızıl parlıyo! Ateş gözünün bebeğinde dönüyo girdap gibi! Bıraktım yangını falan! Çünkü aşk! koca şehirler yanarken dönüp tek kişiye bakabilmektir!
Yoruyorsunuz Bizi… Aferin Size! V.2
Bir hikaye anlatacağız yada aktarmak hatta paylaşmak da olabilir. Tam olarak nasıl başlıyor bitiyor emin değiliz. Ne zaman başladığı da pek umrumuzda değil aslında. Kahramanlar yolculuğa çıkacaklar, duracaklar, isteyecekler veya istemeyecekler. Sonuçta bir yere bile varmayabilirler. Dönüşüm de yaşamayabilirler. Hem sıradan hem enteresan bir yolculuk. Belki tek bir yolculuk olmayabilir. Birbirini kovalayan, iç içe geçmiş sıralı, sırasız yollar… İçinde biraz biz varız. Biraz herkes, biraz da hiç kimse. Her şey istenildiği gibi giderse, gidecekse sanırım bu hikayeyi anlatmaya gerek bile olmayabilir.
Daha önce birinin anlattıkları, başka birinin tasarlayıp yeniden anlattığı ve daha başkalarının başka bir zamanda tekrardan anlattığı bir hikaye…
Samuel Beckett’in ‘’Eşlik’’ ve ‘’Mercier ve Camier’’ romanlarından tasarlanmıştır; yer yer de Molloy- Adlandırılamayan-Malone Ölüyor üçlemesine de değinilerek hazırlandı.
*Tasarım: Samuel Beckett’in (Eşlik; Mercier ve Camier; Üçleme (Molloy, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan) romanlarından yola çıkılarak Behiç Cem Kola, Dilan Parlak, Giray Altınok, Kerem Özdoğan tarafından tasarlanmıştır.
Romeo'yu Beklerken
Bilinmeyen bir zamanda gerçekleşen bir savaş.
Dışarıdaki kaos devam ederken kendini evine kapatmış halde hayal dünyasına tutunarak yaşayan hassas, genç bir kadın: Talya
Talya'nın ihtiyaçlarını karşılamak üzere hayatını tehlikeye atarak sık sık onu ziyaret eden bir abla: Raneen.
Ve eve gizlice giren bir düşman askeri: Edhem.
Üç karakter de farklı şekillerde hayatta kalma mücadelesi verirken, aralarında gelişen, dönüşen ya da başa saran ilişkiler...
Tiyatropallas'ın ilk oyunu "Romeo'yu Beklerken", savaş ortamında güvenli alan ile güvensiz alan ayrımının nasıl birbirine karışıp değişebileceğini gösterirken tasarımdaki mekansal ve uzamsal ayrım üzerinden dramatik yapının oyunculukta stilize tercihler ile buluştuğu bir izlek ortaya koyuyor.
Yönetmen Yazısı
İnsanlık tarihi boyunca dünyanın dört bir yanında durmaksızın devam eden savaşlara karşın barış içinde geçirilen zamanlar neredeyse yok denecek kadar az.
Özellikle pandemi sonrasında iki büyük dünya savaşına tanıklık eden geçtiğimiz yüzyıla hastalıklar, savaşlar ve teknolojik değişimler üzerinden dönüp baktığımız bir süreçten geçerken bugün de hala süregelen bir savaş iklimi içindeyiz. İçinde yaşadığımız bu iklim ve büyük değişimler bizleri "güvenli alan-güvensiz alan", "hâkim olunan-bilinemeyen", "kontrol edilebilen-kontrol edilemeyen" arasındaki ayrımın silikleştiği; eşikte, arada kaldığımız, yalnız hissettiğimiz, bir sonraki adımda neler olacağını bilemediğimiz liminal bir dünyaya sürüklüyor. Bu dünya, bizleri sık sık yanı başımızda ya da uzak coğrafyalarda gerçekleşen travmatik olaylara karşı tepkisellik ve kayıtsızlık arasında gidip geldiğimiz bir noktaya götürüyor.
"Romeo'yu Beklerken" tam da bu liminallik ortamında, bilinmeyen bir zamanda ve mekanda gerçekleşen bir savaşın ortasında geçiyor. Güvenli alan ve güvensiz alan ayrımını merkeze alan oyun savaş ortamında insanlığın nelere tutunabileceğini ele alarak tasarımdaki mekânsal ve uzamsal ayrım ile dramatik yapının oyunculukta stilize tercihlerle buluştuğu bir izlek ortaya koyuyor.
Ülkü Şahin & Melis Burnukara
Şairler Mezarlığı
“Bilinen ve bilinmeyenin” sınırlarında gezinen bir hikâye: “Şairler Mezarlığı”
Tiyatro ve şiir türünü buluşturan yepyeni bir deneyim, şiir ve bedenin içe geçtiği gerçeküstü bir dünyaya yolculuk.
Fiziksel performans ile ‘şiir’ türünü odağına alan bir anlatıyı tiyatro sahnesinde buluşturan “Şairler Mezarlığı” yeni, özgün ve yaratıcı bir yaklaşımı benimseyerek, iki ruhun ; biriktirilmiş hatıraların, unutulamayanların, damakta iz bırakmış tatların ve hiç yaşanamamış hayatların, ‘şiirler’ sayesinde bir araya gelme öyküsünü anlatıyor.
Ölümün ötesinde, varlığın ve yokluğun iç içe geçtiği bir yerde, iki “ruh” : ‘Mısra’ ve ‘Piraye.’
Çocuklarını Dünya’da bırakmanın acısını taşıyan bir anne ve Balat’ta, Dünya’ya doğamadan “kıyıya bırakılmışlar arasına” defnedilmiş bir bebek.
Doygunluğun doyumsuzlukla, acının merakla birleştiği bir uzak evrende, iki ‘ruh’un zamansız ve mekansız buluşması:
“Şairler Mezarlığı” …
“Demirin sarısını altın görüp içtiğimiz sudan değerli sanırken bana geçen günü sormayın sakın.”
Size, yepyeni ve özgün bir tiyatro deneyimi sunmaktan heyecan duyuyoruz.
Geçmişin gölgeleri, şiirlerin fısıltıları ve mistik çatışmaların içinde, her bir anın gizemli yankısını, “vazgeçilmez olmayışın ayak seslerinden” , iki şairden dinlemeye davetlisiniz. Sizi sıradanlığın dışına çıkarak bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkaralım!
“Şairler Mezarlığı” ,
“A.H.E.N.K” ile sahnede!
Kaşık
“Okyanusta geceleri karşılıklı geçen gemiler, kısa bir süreliğine birbirine ışık tutarlarmış. Sadece birbirlerinin varlığını fark etmek için. Geceleyin, kocaman bir hiçliğin ortasında yalnız olmadıklarını görmek için. Bu hikayede biz gemiyiz. Ve karşılıklı geçtik. Işığımızı yaktık. Şimdi de devam etmemiz lazım. En azından ışığımız vardı.”
DevamÜç Tunç Tas
Kadın ve Erkek, ilişkilerinin sonuna yaklaşmış, birbirlerini çok seven ancak sürekli kavga eden bir çifttir. Yine rutin tartışmalarını yaptıkları sırada aniden bir ses duyarlar. Varoluşçu sorgulamaları içinde olan terapiste aittir bu ses. Çift, mutsuz ilişkilerini kurtarmak için terapist ile çalışmaya karar verir. Kadın ve erkek tüm kavga, sorgulama ve yorgunluklarıyla terapi koltuğuna oturur. Artık herkes için yüzleşme zamanıdır. Terapist bu yüzleşme için kendi özel yöntemlerini kullanılmaya başlar…
DevamKaktüs
“Siz evinizden çıktığınızda kendinizi güvende hissediyor musunuz? Hayatın içine karışmak ne demek? Bu hayat sizi gerçekten kabul ediyor mu? İçine alıyor mu? Beni bir süredir kapı dışarı etmiş durumda da.”
Evren özel bir okulda müzik öğretmenliği yapan, çocukları ve işini seven genç bir kadındır. Bir gün sınıf içinde dikkatleri üzerine çekecek bir hata yapar. Bunun üzerine okul yönetimi Evren Hoca’yı toplantıya çağırır. Toplantı ilerledikçe Evren’in henüz kabullenemediği, hayatını alt üst eden bir gerçek ortaya çıkar.