BAHÇE GALATA'DA BU AY

Nora 2
23 Mayıs - 20.30
Oyun, Henrik Ibsen’in ünlü oyunu Nora (Bir Bebek Evi)‘nın devamı olarak Amerikalı oyun yazarı Lucas Hnath tarafından 2017 yılında yazılmıştır.
Ibsen’in metninin finalinde Nora, kocasını ve üç çocuğunu geride bırakarak evini terk eder. Lucas Hnath oyunu yazmaya başlarken aklında iki fikir olduğunu söylüyor: Birincisi bir kapı çalacak (Bu kapı, Nora’nın 15 yıl önce çıkıp gittiği evin kapısıdır.), ikincisi Torvald (Bu erkek, Nora’nın 15 yıl önce terk ettiği kocasıdır.) ve Nora, Ibsen’in metninde yapmadıkları şeyi, gerçek bir tartışmayı (yazarın deyişiyle ‘boka batmak’) yapacaklar. Dolayısıyla bir kapı çalınır, Anne Marie (Bu kadın, Nora’yı da, Nora gidince Nora’nın üç çocuğunu da büyüten kadındır.) kapıyı açar, gelen Nora’dır; tam 15 yıldır kendisinden hiç bir haber alınamayan, öldü zannedilen Nora. Ve oyun başlar.

Yabancı
24 Mayıs - 20.30
Meursault bu oyunda ilk ve son kez başından geçenlerin öyküsünü anlatıyor: Var oluşuna kast edenlerin öyküsünü…
Cinayet işlediği için değil ama annesinin cenazesinde sütlü kahve ve sigara içtiği için; üstelik bu ahlak dışı tavrını utanmazca kabul ettiği için idama mahkûm edilen Meursault’nun hapsedildiği hücrelerin sonuncusundayız… Birkaç gün önce Fransız milleti adına verilmiş bir kararla bir iki saat sonra devasa bir meydanda ibret-i âlem için kafası kesilecek olan Meursault’nun son dakikalarına tanıklık edeceğiz… Biz, karar açıklanırken duruşmada ayağa kalkması istenen seyirciler son kez onun karşısındayız.

Tevafuk
25 Mayıs - 20.30
“Hikaye Ne?”
Aynı yaşlarda, fakat farklı toplumsal sınıflardan gelen iki genç adam… Biri muhafazakâr bir ailenin tek oğlu. Diğeri bir eskort. Yolları bir otel odasında kesişiyor. Başta her şey imkânsız görünüyor: Para çok gerçek, çok somut, çok güçlü… Aşk, fazla kırılgan. Soyut. Sanki biraz da yalan dolan bir duygu…
Yine de bir şey oluyor: Sınıfsal çatışmanın büyük sahnesi, yerini küçük oyunların oynandığı başka bir sahneye bırakıyor. Bu küçük sahnede aşk, sanki, bir ihtimal gibi görünüyor. Sanki oyuna gerçekten inanıp teslim olsalar, her şey değişecek… Oyun, gerçeğe dönüşecek.
Oyun, ‘gerçeğe’ dönüşüyor.
Her şey, bir otel odasında başlıyor ve bitiyor.
“Niye izleyelim?”
Oyun, duygu tayfına sahip çıkarak, melodram geleneğini politize ediyor (gibi). Toplumsal sınıfların sert gerçekliğini, ‘oyunla’ kırmanın yollarını araştırıyor (olabilir). Bunu da oyun içinde oyun biçimini, kendine özgü bir teknik kullanarak yapıyor (detay vermeyelim). Eğlenceli (bazen). Komik (nadiren). Ağır (hımmm). Finalde, her şeye rağmen, aşka inanmadan inanmanın bir yolunu buluyor (bizce).
“Alıntı yok mu?”
- Hadi onu sevdin, bi şekilde yürüdü. İnsan tek kendi mi hacı? Cins cins arkadaşları olacak tasarımcı ibnenin! Evindeki masanın bacağına, masandaki tabağın kıçına takacaklar! Sen tek misin sonra? Yok mu hiç eşin dostun? Aldın kendi ortamına soktun bebeyi! Bu sefer de o darlanmayacak mı?
- Biz yeteriz birbirimize.
- He hacı he, yetersiniz.
- Yeteriz.
- Kolunu iki dakka göğsüne atsa, ağırlığından soluk alamazsın. Taş gibi ezer yükü. Nereye yetiyonuz?!

Tevafuk
25 Mayıs - 20.30
“Hikaye Ne?”
Aynı yaşlarda, fakat farklı toplumsal sınıflardan gelen iki genç adam… Biri muhafazakâr bir ailenin tek oğlu. Diğeri bir eskort. Yolları bir otel odasında kesişiyor. Başta her şey imkânsız görünüyor: Para çok gerçek, çok somut, çok güçlü… Aşk, fazla kırılgan. Soyut. Sanki biraz da yalan dolan bir duygu…
Yine de bir şey oluyor: Sınıfsal çatışmanın büyük sahnesi, yerini küçük oyunların oynandığı başka bir sahneye bırakıyor. Bu küçük sahnede aşk, sanki, bir ihtimal gibi görünüyor. Sanki oyuna gerçekten inanıp teslim olsalar, her şey değişecek… Oyun, gerçeğe dönüşecek.
Oyun, ‘gerçeğe’ dönüşüyor.
Her şey, bir otel odasında başlıyor ve bitiyor.
“Niye izleyelim?”
Oyun, duygu tayfına sahip çıkarak, melodram geleneğini politize ediyor (gibi). Toplumsal sınıfların sert gerçekliğini, ‘oyunla’ kırmanın yollarını araştırıyor (olabilir). Bunu da oyun içinde oyun biçimini, kendine özgü bir teknik kullanarak yapıyor (detay vermeyelim). Eğlenceli (bazen). Komik (nadiren). Ağır (hımmm). Finalde, her şeye rağmen, aşka inanmadan inanmanın bir yolunu buluyor (bizce).
“Alıntı yok mu?”
- Hadi onu sevdin, bi şekilde yürüdü. İnsan tek kendi mi hacı? Cins cins arkadaşları olacak tasarımcı ibnenin! Evindeki masanın bacağına, masandaki tabağın kıçına takacaklar! Sen tek misin sonra? Yok mu hiç eşin dostun? Aldın kendi ortamına soktun bebeyi! Bu sefer de o darlanmayacak mı?
- Biz yeteriz birbirimize.
- He hacı he, yetersiniz.
- Yeteriz.
- Kolunu iki dakka göğsüne atsa, ağırlığından soluk alamazsın. Taş gibi ezer yükü. Nereye yetiyonuz?!

Çıkıntı
28 Mayıs - 20.30
Modern mimari tasarımın eseri, yüksek bir binanın cephesi… 21. Yüzyıl İstanbul’unun kentli, eğitimli, yeni orta sınıfının kendi kendini hapsettiği iki boyutlu dünyanın ahlakçı, dışlayıcı yüzeyi… İçeride, yeni dünyanın hizmet sektöründe başarılarıyla isim yapmış bir ofisin çalışanları her sene gelenek haline getirdikleri kostüm partisinde kendilerinden geçmektedirler. Başarı, güzellik, fit vücutlar, kaliteli boş zamanlar, mizah
yeteneği, günlük ilişkiler, bağımsız ruhlar, itiraf kültürü… Ancak biz içeride değil, dışarıdayız. Binanın dışında. Cephesinde.
İyi de, 30lu yaşlarının ortalarındaki, yeni dünyanın hizmet sektörüne emek veren eğitimli bir asker(!) olan Erkan’ın orada ne işi var?
Senelerdir azimle, hırsla tutunmaya çalıştığı ofisinin aylardır sabırsızlıkla beklenen o çılgın partisinde, içeride kendinden geçmek varken, nedir Onu oraya çıkmaya iten şey? Neden orada? Kafasından neler geçiyor?
Peki oradan kurtulabilecek mi? Kurtulacaksa Onu oradan kim, nasıl kurtaracak? Erkan yoksa, ayakta durabilmek için destek aldığı Çıkıntı’nın ta kendisi mi? Acaba asıl Çıkıntı, Erkan’ı o felaketten kurtaracak başka bir kahraman mı?
İçerideki iki boyuttan tesadüf eseri süzülen bir kahraman?
İçeridekiler?.. Başarı, güzellik, fit vücutlar, kaliteli boş zamanlar, mizah yeteneği, günlük ilişkiler, bağımsız ruhlar ve itiraf kültürüyle harmanlanmış vücutlar sadece içeride kendilerinden geçmektedirler mi? Yoksa acımasız bir dışlayıcılık, tükürme ve hatta kusma içerisinin, içeridekilerin kronik hastalığı mıdır?

Bu Tabloda Herkes Mutlu
29 Mayıs - 20.30
Her şey bir gösteriye dönüşebilir!
Bizi dehşete düşüren, içimize korku salan tüm o karanlık gerçekler bile önümüze eşsiz bir performans olarak konulabilir. Sonuçta hakikat can sıkıcıdır ve biraz göze kulağa hoş gelecek şekilde eğilip bükülmesinde hiçbir zarar yoktur.
Bu Tabloda Herkes Mutlu, bir şirketin prestij için finanse ettiği sanat projesini yürüten Erdem ve ekibe yeni dahil olan küratör Şevval’in, Erdem’in eski partneri Rüya’nın ortadan kaybolmasının etrafında hakikati sürekli yeniden kurup bozmalarını ve kendi benliklerinden uzağa savruluşlarını konu alıyor.
İnşaattan bozma bir atölye, her yerden çıkan antidepresanlar, sakinleştiriciler ve uyku ilaçları, gündelik hayatla rüya karmaşasında silikleşen mekan ve zaman, karakterlerin ayak basmaya korktukları tehlikeli bölgeleri yansıtan karanlık bir evren kuruyor.
Teşekkürler
Timuçin Gürer, Ari Balımoğlu, Müfit Aytekin, Gökhan Gürün, Mehmet Yılmaz, Ece Çakır Aidan

Bay Samir
31 Mayıs - 20.30
“Asil bir yaşam mücadele ile geçer. Rezil bir yaşam ise daha çok mücadele ile geçer.”
Hayatla mücadele etmekten yorulmuş olan Bay Samir; bir iş çıkışı her akşam yürüdüğü yolun yabancılaştığını fark eder. Bu yol üzerinde bulunan ve sürekli seyrettiği tuhafiye dükkânı yıkılmıştır. Vitrininde yıllardır duran çirkin plastik manken ise ortadan kaybolmuş, Bay Samir’in anılarıyla birlikte huzurunun kırıntılarını da yanında götürmüştür.
Lodoslu bir akşam, Bay Samir’in Taksim ile Şişli arasındaki spiritüel yolculuğu böyle başlar. Yollar, kaldırımlar, kuşlar ve yalanlar üstüne bir hikâye…
