BAHÇE GALATA'DA BU AY

Nora 2
04 Nisan - 20.30
Oyun, Henrik Ibsen’in ünlü oyunu Nora (Bir Bebek Evi)‘nın devamı olarak Amerikalı oyun yazarı Lucas Hnath tarafından 2017 yılında yazılmıştır.
Ibsen’in metninin finalinde Nora, kocasını ve üç çocuğunu geride bırakarak evini terk eder. Lucas Hnath oyunu yazmaya başlarken aklında iki fikir olduğunu söylüyor: Birincisi bir kapı çalacak (Bu kapı, Nora’nın 15 yıl önce çıkıp gittiği evin kapısıdır.), ikincisi Torvald (Bu erkek, Nora’nın 15 yıl önce terk ettiği kocasıdır.) ve Nora, Ibsen’in metninde yapmadıkları şeyi, gerçek bir tartışmayı (yazarın deyişiyle ‘boka batmak’) yapacaklar. Dolayısıyla bir kapı çalınır, Anne Marie (Bu kadın, Nora’yı da, Nora gidince Nora’nın üç çocuğunu da büyüten kadındır.) kapıyı açar, gelen Nora’dır; tam 15 yıldır kendisinden hiç bir haber alınamayan, öldü zannedilen Nora. Ve oyun başlar.

Yıldız
05 Nisan - 20.30
Yıldız. Beş kişilik bir ailede yaşayan bir muhabbet kuşu. Limonlu salatalığı, Bilge’yle tuvalette kitap okumayı, Serap’ın Hamdi’ye bağırmasını, Ela ağlayınca omzuna konmayı ve Ece’nin mor ayakkabılarının içine saklanmayı çok seviyor. Bir gün evden kaçtı. Bu bir çırpıda keşfedilemeyecek kadar geniş dünyadan bir sürü şey öğrendi. Buna büyümek deniyormuş meğer. Bir de şimdi gelmiş hepsini bize anlatıyor. Bir parka tünemiş, gelene geçene sesleniyor.
“Kaybolmak için mi gittin, bulunmak için mi?
Bulmak için.
Ama nereyi, bilmiyorum.”
Mutlu insanlar nerede yaşar? Peki mutlu kuşlar nerede yaşar? Mutlu bir Yıldız nerede yaşar?

Gülistan, Gül Bahçesi Yani
06 Nisan - 20.30
Kendim benden habersiz bir yerlere gitmiş olamaz dedim! Haber verir en azından… Sonra aklıma düştü bu şak diye, ya dedim kendim benden habersiz, yani kendiliğinden gidip de bi işlere kalkışıyorsa? O zaman bu bi kalkışma sayılır mıydı? İsyan var demekti o zaman!
Kendi hayatının sorumluluğuyla birlikte, başkalarının sorumluluğunu, vicdan azabını da sırtında bi çanta gibi taşıyor Gülistan. Bir gün hiç farkında olmadığı ‘kendi’ benliğinin peşine düştüğündeyse taşıdığı her şey karşısına dikiliyor. Hem karşısındakilerle, hem de yanındakilerle yürüyor bu yolu.
Taşlar yerinden oynayınca, kafasındaki nakış da bir bir çözülüyor. Sokakta olan bitene de, kendi hayatına baktığı gibi seyirci kalıyor, uzaktan bakıyor Gülistan. Şimdi tüm bunların içinden çık çıkabilirsen Gülistan! Ah Gülistan!

Gülistan, Gül Bahçesi Yani
06 Nisan - 20.30
Kendim benden habersiz bir yerlere gitmiş olamaz dedim! Haber verir en azından… Sonra aklıma düştü bu şak diye, ya dedim kendim benden habersiz, yani kendiliğinden gidip de bi işlere kalkışıyorsa? O zaman bu bi kalkışma sayılır mıydı? İsyan var demekti o zaman!
Kendi hayatının sorumluluğuyla birlikte, başkalarının sorumluluğunu, vicdan azabını da sırtında bi çanta gibi taşıyor Gülistan. Bir gün hiç farkında olmadığı ‘kendi’ benliğinin peşine düştüğündeyse taşıdığı her şey karşısına dikiliyor. Hem karşısındakilerle, hem de yanındakilerle yürüyor bu yolu.
Taşlar yerinden oynayınca, kafasındaki nakış da bir bir çözülüyor. Sokakta olan bitene de, kendi hayatına baktığı gibi seyirci kalıyor, uzaktan bakıyor Gülistan. Şimdi tüm bunların içinden çık çıkabilirsen Gülistan! Ah Gülistan!

Bay Samir
09 Nisan - 20.30
“Asil bir yaşam mücadele ile geçer. Rezil bir yaşam ise daha çok mücadele ile geçer.”
Hayatla mücadele etmekten yorulmuş olan Bay Samir; bir iş çıkışı her akşam yürüdüğü yolun yabancılaştığını fark eder. Bu yol üzerinde bulunan ve sürekli seyrettiği tuhafiye dükkânı yıkılmıştır. Vitrininde yıllardır duran çirkin plastik manken ise ortadan kaybolmuş, Bay Samir’in anılarıyla birlikte huzurunun kırıntılarını da yanında götürmüştür.
Lodoslu bir akşam, Bay Samir’in Taksim ile Şişli arasındaki spiritüel yolculuğu böyle başlar. Yollar, kaldırımlar, kuşlar ve yalanlar üstüne bir hikâye…

Apsolit
10 Nisan - 20.30
Apsolit: mutlak kulak, hiçbir referans almadan duyduğu tüm sesleri melodiye dönüştürme yeteneği.
Uğultular şeklinde gelen yaşama inadı. Bu inat kimin insafına bırakılır?
Yoktan var, vardan yok bir hikaye.
Maddeler halinde alt alta dizildiğinde ağırlaşan çocuk ‘’haklarının’’ enkazından gelen bir ses…
İsmail’in hikayesini işitmeye gücünüz var mı ?
İsmail yaşadığı bu sokağa kendi adını versinler istiyor; ‘’Apsolit İsmail sokak.’’
Her sokağın bir hikayesi var muhakkak. İsmail’in hikayesi de uğultular şeklinde bir çağrıya dönüşüyor. Kendini gerçekleştiren bir rivayete bürünüp kanatlarını açmak istiyor.

İspat
11 Nisan - 20.30
İspat, Amerikalı oyun yazarı David Auburn tarafından 2001 yılında yazılmıştır. Oyun ünlü bir matematikçi olan Robert’ın ölümüyle başlar. Robert geride ünlü matematik teoremleri, binlerce öğrenci, yaşadığı ev ve çalışma odasında kendi el yazısıyla doldurduğu yüzlerce defter bırakmıştır.Robert’tan geriye kalanlar (mirası) kızları Catherine, Claire ve eski öğrencisi Hal arasında fikir ayrılıklarına yol açar.
İspat; kadın olmak, emek vermek, miras, yas tutmak, birey olmak, bilim etiği, sorumluluk gibi kavramları merkeze alıyor.

HardLove
13 Nisan - 20.30
Hayatlarından memnun olmayan iki kişi, barda tanışır ve sevişmek üzere eve gelir. Fakat teknik bir aksaklıktan dolayı sekste uzlaşamayınca konuşmak ve birbirlerini tanımak zorunda kalırlar. Böylece sevişmek için bir araya geldikleri gece boyunca arzuları ve korkularıyla tek gecelik de olsa bir ilişki kurarak yabancı olmaktan kurtulmaya çalışırlar.
HardLove, yaşamlarında gittikçe hissizleşen ve bir şeyler hissetmek için çabalayan, bu esnada tökezleyen ve devamlı başa saran insanların hikayesi.
“Ahmet: Ben hiçbir zaman öyle soft soft biri değildim zaten. Ama hard hard biri de olmadığım için şey olmuyor.
Ayşe: Hiçbir şey anlamadım biliyor musun?
Ahmet: Yani içinden gelir bir şaplak atarsın, onu demeye çalışıyorum.
Ayşe: Anladım.”

Köprüden Önce Son Çıkış
16 Nisan - 20.30
"Sabah erken, hava karanlık
Her gün aynı şey!”
Yaptıkları meslek ne olursa olsun herkesin yaşadığı o karanlık sabahları anlatan Köprüden Önce Son Çıkış, hayata devam edebilmenin yollarını arayan ev arkadaşı üç genç kadının mücadelesini anlatıyor.
Toplumsal yargılardan ve bu yargıların getirdiği korkularımızdan arınmamız mümkün mü? sorusunun yanıtını arayan oyun Ga Kolektif tarafından üretilmiştir.

Tevafuk
17 Nisan - 20.30
“Hikaye Ne?”
Aynı yaşlarda, fakat farklı toplumsal sınıflardan gelen iki genç adam… Biri muhafazakâr bir ailenin tek oğlu. Diğeri bir eskort. Yolları bir otel odasında kesişiyor. Başta her şey imkânsız görünüyor: Para çok gerçek, çok somut, çok güçlü… Aşk, fazla kırılgan. Soyut. Sanki biraz da yalan dolan bir duygu…
Yine de bir şey oluyor: Sınıfsal çatışmanın büyük sahnesi, yerini küçük oyunların oynandığı başka bir sahneye bırakıyor. Bu küçük sahnede aşk, sanki, bir ihtimal gibi görünüyor. Sanki oyuna gerçekten inanıp teslim olsalar, her şey değişecek… Oyun, gerçeğe dönüşecek.
Oyun, ‘gerçeğe’ dönüşüyor.
Her şey, bir otel odasında başlıyor ve bitiyor.
“Niye izleyelim?”
Oyun, duygu tayfına sahip çıkarak, melodram geleneğini politize ediyor (gibi). Toplumsal sınıfların sert gerçekliğini, ‘oyunla’ kırmanın yollarını araştırıyor (olabilir). Bunu da oyun içinde oyun biçimini, kendine özgü bir teknik kullanarak yapıyor (detay vermeyelim). Eğlenceli (bazen). Komik (nadiren). Ağır (hımmm). Finalde, her şeye rağmen, aşka inanmadan inanmanın bir yolunu buluyor (bizce).
“Alıntı yok mu?”
- Hadi onu sevdin, bi şekilde yürüdü. İnsan tek kendi mi hacı? Cins cins arkadaşları olacak tasarımcı ibnenin! Evindeki masanın bacağına, masandaki tabağın kıçına takacaklar! Sen tek misin sonra? Yok mu hiç eşin dostun? Aldın kendi ortamına soktun bebeyi! Bu sefer de o darlanmayacak mı?
- Biz yeteriz birbirimize.
- He hacı he, yetersiniz.
- Yeteriz.
- Kolunu iki dakka göğsüne atsa, ağırlığından soluk alamazsın. Taş gibi ezer yükü. Nereye yetiyonuz?!

Tevafuk
17 Nisan - 20.30
“Hikaye Ne?”
Aynı yaşlarda, fakat farklı toplumsal sınıflardan gelen iki genç adam… Biri muhafazakâr bir ailenin tek oğlu. Diğeri bir eskort. Yolları bir otel odasında kesişiyor. Başta her şey imkânsız görünüyor: Para çok gerçek, çok somut, çok güçlü… Aşk, fazla kırılgan. Soyut. Sanki biraz da yalan dolan bir duygu…
Yine de bir şey oluyor: Sınıfsal çatışmanın büyük sahnesi, yerini küçük oyunların oynandığı başka bir sahneye bırakıyor. Bu küçük sahnede aşk, sanki, bir ihtimal gibi görünüyor. Sanki oyuna gerçekten inanıp teslim olsalar, her şey değişecek… Oyun, gerçeğe dönüşecek.
Oyun, ‘gerçeğe’ dönüşüyor.
Her şey, bir otel odasında başlıyor ve bitiyor.
“Niye izleyelim?”
Oyun, duygu tayfına sahip çıkarak, melodram geleneğini politize ediyor (gibi). Toplumsal sınıfların sert gerçekliğini, ‘oyunla’ kırmanın yollarını araştırıyor (olabilir). Bunu da oyun içinde oyun biçimini, kendine özgü bir teknik kullanarak yapıyor (detay vermeyelim). Eğlenceli (bazen). Komik (nadiren). Ağır (hımmm). Finalde, her şeye rağmen, aşka inanmadan inanmanın bir yolunu buluyor (bizce).
“Alıntı yok mu?”
- Hadi onu sevdin, bi şekilde yürüdü. İnsan tek kendi mi hacı? Cins cins arkadaşları olacak tasarımcı ibnenin! Evindeki masanın bacağına, masandaki tabağın kıçına takacaklar! Sen tek misin sonra? Yok mu hiç eşin dostun? Aldın kendi ortamına soktun bebeyi! Bu sefer de o darlanmayacak mı?
- Biz yeteriz birbirimize.
- He hacı he, yetersiniz.
- Yeteriz.
- Kolunu iki dakka göğsüne atsa, ağırlığından soluk alamazsın. Taş gibi ezer yükü. Nereye yetiyonuz?!

Kaşık
18 Nisan - 20.30
“Okyanusta geceleri karşılıklı geçen gemiler, kısa bir süreliğine birbirlerine ışık tutarlarmış. Sadece birbirlerinin varlığını fark etmek için. Geceleri, kocaman bir hiçliğin ortasında yalnız olmadıklarını görmek için. Bu hikayede biz gemiyiz. Ve karşılıklı geçtik. Işığımızı yaktık. Şimdi de devam etmemiz lazım. En azından ışığımız vardı.”
Kaşık, iki yaralı insanın denk gelişini ve yaralarının ilişkilerinde istedikleri şeylerin nasıl önüne geçtiğini anlatıyor.
Gecenin karanlığında, bir okyanusun ortasında karşılıklı geçen iki gemi.
Her şeyin metalaştığı dünyada değişen ilişki şekilleri.
Birbirlerini en azından fark ettikleri için minnettar olan iki insan.
Kurulamayan ilişkilerin nedenlerini sorgulayan ve sorunun varlığına karşı dik duran bir oyun.

Yabancı
19 Nisan - 20.30
Meursault bu oyunda ilk ve son kez başından geçenlerin öyküsünü anlatıyor: Var oluşuna kast edenlerin öyküsünü…
Cinayet işlediği için değil ama annesinin cenazesinde sütlü kahve ve sigara içtiği için; üstelik bu ahlak dışı tavrını utanmazca kabul ettiği için idama mahkûm edilen Meursault’nun hapsedildiği hücrelerin sonuncusundayız… Birkaç gün önce Fransız milleti adına verilmiş bir kararla bir iki saat sonra devasa bir meydanda ibret-i âlem için kafası kesilecek olan Meursault’nun son dakikalarına tanıklık edeceğiz… Biz, karar açıklanırken duruşmada ayağa kalkması istenen seyirciler son kez onun karşısındayız.

BFF
20 Nisan - 20.30
On bir yaşındaki Lauren ve Eliza en yakın arkadaşlardır. Eliza babasının ölümüyle giderek içine kapanır ve yalnızca Lauren'la mutlu olabilirken, Lauren ise ergenliğin getirdiği yenilikleri farklı hızda karşılamakta, hayata karşı yepyeni heyecanlar duymaktadır. Kıskançlıklarla, zorbalıklarla ve baskılarla aralarında giderek açılan mesafe, iki dostun yollarının sonsuza dek ayrılmasına sebep olur. Yıllar sonra, geçmişinden kurtulamayan Lauren ona eski dostu Eliza'yı anımsatan Seth'le tanışınca, kendini daha önce tek huzur bulduğu denizlerin ortasında giderek daha da büyüyen, geçmişten ve suçluluktan bir girdabın içinde bulur.
Devam
Nar
21 Nisan - 20.30
Bir şehrin sokaklarında dolaşıyorum avare avare, insan yüzleri görüyorum. sabah otobüslere biniyorlar her akşam yollara dökülüyorlar insanlar. Kemikleri bozulmuş, etleri pörsümüş gözlerinin feri sönmüş her birinin…
Neden böyle?
RÜYA: Bu gece içmiyorsun?
ZUBİ: Bir şey değişmiyor
RÜYA: Bir şeyler değişsin diye mi içiyordun?
ZUBİ: Bir şeyler değişmediği için içiyordum.
RÜYA: Bu akşam ne değişti?
ZUBİ: Ne?
RÜYA: Diyorum ki, bu akşam ne değişti?
ZUBİ: Bir şey değişmedi dedim.“
Yuvarlak, kırmızı, sert kabuklu, bazen ekşi,
bazen de tatlı piç bir narın içine sıkıştırılmış küçük bir hikaye…”

Nar
23 Nisan - 20.30
Bir şehrin sokaklarında dolaşıyorum avare avare, insan yüzleri görüyorum. sabah otobüslere biniyorlar her akşam yollara dökülüyorlar insanlar. Kemikleri bozulmuş, etleri pörsümüş gözlerinin feri sönmüş her birinin…
Neden böyle?
RÜYA: Bu gece içmiyorsun?
ZUBİ: Bir şey değişmiyor
RÜYA: Bir şeyler değişsin diye mi içiyordun?
ZUBİ: Bir şeyler değişmediği için içiyordum.
RÜYA: Bu akşam ne değişti?
ZUBİ: Ne?
RÜYA: Diyorum ki, bu akşam ne değişti?
ZUBİ: Bir şey değişmedi dedim.“
Yuvarlak, kırmızı, sert kabuklu, bazen ekşi,
bazen de tatlı piç bir narın içine sıkıştırılmış küçük bir hikaye…”

Gümbürtü, Şaşkınlık, İnfilak!
24 Nisan - 20.30
“Peki gerçeği ortaya çıkarmanın bir anlamı olur mu? Evet, sadece yalın haliyle gerçeğe ihtiyaç var. O da maalesef sizin anlattığınız anlamsız anıların arkasında belli belirsiz dolaşıyor.”
Belirlenen sürede kitabını bitiremeyecek bir cinayet romanı yazarı, patronunun yönlendirmesiyle
havai fişeklerin havada uçuştuğu şahsına münhasır bir kasabaya gider. İlham sıkıntısı devam eden yazar, kendini kökleri eskiye dayanan bir hikayenin ortasında bulur.
Bu renkli bir dünya!
Arzular, eğlenceler, görevler, konuşmalar, konuşmamalar… veee tonlarca havai fişek!
Tiyatro Amorf, üçüncü oyununda, insana dair olanı hikaye anlatıcılığı üstünden ararken, hakikat ile nasıl ilişkilendiğimiz sorusunun peşinden gidiyor.
Soğuk yenen bir intikam yemeği kimin hikayesidir?

Bay Samir
25 Nisan - 20.30
“Asil bir yaşam mücadele ile geçer. Rezil bir yaşam ise daha çok mücadele ile geçer.”
Hayatla mücadele etmekten yorulmuş olan Bay Samir; bir iş çıkışı her akşam yürüdüğü yolun yabancılaştığını fark eder. Bu yol üzerinde bulunan ve sürekli seyrettiği tuhafiye dükkânı yıkılmıştır. Vitrininde yıllardır duran çirkin plastik manken ise ortadan kaybolmuş, Bay Samir’in anılarıyla birlikte huzurunun kırıntılarını da yanında götürmüştür.
Lodoslu bir akşam, Bay Samir’in Taksim ile Şişli arasındaki spiritüel yolculuğu böyle başlar. Yollar, kaldırımlar, kuşlar ve yalanlar üstüne bir hikâye…

9/8'lik Kıyamet
26 Nisan - 20.30
Yakın gelecek… İklim krizinin vurduğu bir dünyadayız! Kıyamet gibi “acayip” bir şey olmuş, ama tam öyle de olmamış! Hiçbir ülkenin istemediği, Parazitler denen göçebe topluluklar çıkmış ortaya. Bir oğlan: Diyar! Bu yeni toplumun hikâye anlatıcılarından biri. Her akşam, ateş başında toplanan Parazitler’e, kıyametin ilk günlerine dönüp darbukasıyla bir hikâye anlatıyor.
Bir ihanet hikayesi!
İklim krizinin ilk günleri! İstanbul’dayız! Büyüyen açlık ve kıtlığa eşlik eden büyük bir isyan! Krizi fırsata çeviren muhafazakâr bir hareket: İzan! Diyar’ın bütün hikayesini değiştiren “acayip” gizemli bir kız: Leylâ!
Büyük yangınların, hastalıkların, göçlerin, kan sıcaklarının, açlık ve susuzluğun zamanında, bir soru bütün sorulardan daha önemli hale geliyor: Bildiğimiz dünya elimizden kayıp giderken, biz kimin elini tutacak, kimlerle yan yana yürüyeceğiz?
“O gece ilk bombalar patladı! Yer sarsıldı ayağımızın altında! Dışarı çıktık! Cehennem gibi kırmızıya kesmiş gökyüzü! Cayır cayır her yer! Belki 30 yerde birden patlatmışlar İstanbul’u! “Geliyolar,” dedi Leyla! Öyle acayip bi şey vardı ki sesinde… Korku gibi ama değil gibi de… “Kim geliyo?” dedim, bi şey demedi… Dönüp bakmadı bile… Ben baktım ama! Bütün yangın yüzüne vurmuş! Kara saçları kızıl kızıl parlıyo! Ateş gözünün bebeğinde dönüyo girdap gibi! Bıraktım yangını falan! Çünkü aşk! koca şehirler yanarken dönüp tek kişiye bakabilmektir!

Nefer
27 Nisan - 20.30
"Ayrıca şu bilinsin! Tüm şartlar inatla beni buna zorlasa da öyle hemen koşturmadım illegal hayata."
Kapı çalar ve Nefer'in içeriye giren geçmişi geleceğinin önünü keser. Şimdi bir yol ayrımında. Canını kurtarması için çare dileyen Uraz ve kendini öldürmesi için yalvaran Yazgı'nın arasında, hayatıyla hesaplaşmak zorunda. İnsan ahlaki vicdan ve umutla mı ölçülür? Yoksa basitçe hayatta kalmak mıdır asıl olan?

Dansöz
28 Nisan - 20.30
Dansöz, Meryem adlı bir oryantalin hikayesi.
Bakış üzerine bir hikaye anlatıyoruz. Tiyatronun Antik Yunan’dan beri bakışla tanımlandığı teorik bir alanı (theatron, “bakılan/seyredilen yer” anlamına geliyor), oryantaldeki ekol farklarıyla birlikte düşünmeyi denedik. Birilerine bakmak için özel olarak tasarlanmış bir alanda, yine özel bir bağlam içinde, bakış’ın ne anlama geldiğini araştırıyoruz.
Sahne, bu kez dönüp bize baksın istedik.
Süreçte, M. Merleau-Ponty, Sartre, Lacan gibi felsefecilerin, “nazar” üzerine yazdıkları hep bize eşlik etti. Fakat düşünceye ayrı bir alan açmayı değil, oyunun yarattığı deneyimi düşüncenin kendisine dönüştürmek istedik.
Etin Cinsel Politikası gibi kült metinlerden de destek alarak, hayvanların ve kadınların hikayelerini ortaklaştırdığımız bir yola da ilk kez Dansöz’le giriyoruz. Bir hayvanın iradesini kırmakla, bir kadının iradesini kırmak arasındaki sınırın bulanıklaştığı yerleri araştırıyoruz.
Dansöz, dansı, varoluş biçimine dönüştürmüş bir oryantalin hikayesi.

Apsolit
30 Nisan - 20.30
Apsolit: mutlak kulak, hiçbir referans almadan duyduğu tüm sesleri melodiye dönüştürme yeteneği.
Uğultular şeklinde gelen yaşama inadı. Bu inat kimin insafına bırakılır?
Yoktan var, vardan yok bir hikaye.
Maddeler halinde alt alta dizildiğinde ağırlaşan çocuk ‘’haklarının’’ enkazından gelen bir ses…
İsmail’in hikayesini işitmeye gücünüz var mı ?
İsmail yaşadığı bu sokağa kendi adını versinler istiyor; ‘’Apsolit İsmail sokak.’’
Her sokağın bir hikayesi var muhakkak. İsmail’in hikayesi de uğultular şeklinde bir çağrıya dönüşüyor. Kendini gerçekleştiren bir rivayete bürünüp kanatlarını açmak istiyor.
